6 Ekim 2018 Cumartesi

Film: Mustafa Hakkında Her Şey- Çizgili Pijamalı Çocuk- Cinayet Günlüğü

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY

''Kimsiniz siz? Hayatımda ne işiniz var?''
(Mustafa hastanede Fikret'in annesine bağırırken)










Tuhaf bir film bu. Kimi suçlayacağınızı bilemiyor ve herkesin kendince haklı olduğunu düşünüyorsunuz. Çağan Irmak filmi.




 Küçükken annesini hep üzgün görüyor Mustafa, babasıysa eve gelmiyor bir süre sonra, annesi oğlunu kandırıyor ve babasının ağzından yazılmış iyimser mektuplar veriyor oğluna ama Mustafa o zaman bile her şeyin farkında; her şeyin hasta abisi -filmi izlerken abisinden korktuğumu hatırlıyorum- yüzünden olduğunu biliyor. Mustafa evde annesi yokken abisini boğarak öldürüyor, bunu herkesten gizliyor. Ama annesi gerçeklerin farkında.


Mustafa'nın güzel bir evliliği var, oğlu ve karısıyla güzel bir evde yaşıyor, para sıkıntısı çekmeden ve ilişkisinde problemler yaşamadan vs. Bir gün karısı trafik kazası geçiriyor ve ölüyor, Mustafa hastaneye gittiğinde kaza sırasında karısının yanında başka bir erkeğin olduğunu ve durumunun iyiye gittiğini öğreniyor. Karısının kendisini aldattığını öğrendikten sonra da Mustafa'nın bu adamdan yani Fikret'ten intikam almaya çalışmasını ve hikayeyi baştan anlattırmasını izliyoruz. Burada tepki Mustafa'nın karısına ve Fikret'e yönelse de hikayeyi dinledikçe tepki farklı kişilere kayıyor zaten bu filmi bu yüzden Haklı İntikam' a benzetiyorum; tek suçlu, tek kurban yok. Herkes hem suçlu hem de kurban.




Film müziklerini mor ve ötesi yapmış. Zaten filmi öylelikle izledim, mor ve ötesi yapmışsa ve filmin minicik bir kısmında bile oynamışsa izlemeye değerdir diye düşündüm. Bir Derdim Var'ın daha ham halini dinliyoruz filmin sonunda ve film boyunca da Dişi Zamiri, Hayat gibi şarkıları çalıyor. En etkileyici olansa Bir Derdim Var'ın muhteşem introsunu film boyunca yer yer duymamız ve en sonda da şarkının daha ham halini ve Harun'un henüz profesyonelleşmemiş o muhteşem söyleyişini -ben bunu daha çok beğendim- dinlemek :)










CİNAYET GÜNLÜĞÜ-MEMORIES OF MURDER

Güney Kore yapımı, gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıkılarak hazırlanan senaryosuyla, filmin sonunda bile katilin kim olduğunu öğrenemeyecek olmanın bilinciyle gene de kendini izlettiren güzel bir film. Garip bir havası var o yüzden birkaç defa izledim.




Küçük bir köyde geçiyor olaylar. Gerçekte de kim olduğu maalesef öğrenilemeyen katil kırmızı giyen kadınları gece avına çıkıp avlıyor ve arkasında o kadar ipucu bırakmasına rağmen bir türlü bulunamıyor. Olayları çözmek için Seul'dan iki dedektif geliyor. Biri ketum, sakince ifadeleri dinleyip etrafı araştırıp olayı çözmeye çalışan bir dedektif ki bana diğerinden daha sempatik geldi, Diğeri de tezcanlı ve şüphelendiği kişilere tekme tokat dalarak olayı aydınlatmaya çalışan bir dedektif.




Film boyunca türlü kişileri sorguluyorlar hatta kadın polislerden biri yem olarak sunuluyor fakat katil ortaya çıkmıyor, derken soruşturma esnasında yine bir cinayet işleniyor ve işleniş şekli de hep aynı. Radyoda aynı şarkı çalmaya başladığında ve yağmur yağarken işliyor cinayetlerini. Bir tane görgü tanığı var fakat akli dengesi yerinde değil, onun da başına gelmedik kalmıyor. Her ne kadar bir yere bağlanmasa da bunların gerçek hayatta yaşandığını bilmek ve katili aramalarına tanık olmak çok etkileyici. Böyle de psikopat bir film.


ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK-THE BOY IN THE STRIPED PYJAMAS

 Aynı adlı kitaptan esinlenerek çekilen filmde bir Nazi askerinin oğluyla, toplama kampında tutulan bir Yahudi çocuğun arkadaşlığı anlatılıyor. Düşmanlığı 'öğrenen' çocuklar, masumiyetleri ve savaşa bakış açıları güzel ele alınmış.


Toplama kampına yakın bir yere taşınan bir Nazi askerinin sekiz yaşındaki oğlu pencereden kampı görür fakat ne olduğunu anlamaz. Gizlice o tarafa gider ve tel örgülerin ardında yaşıtı olan bir Yahudi çocukla arkadaş olur. Sonra bir gün evinde ona hizmet etmeye geldiğini görür bu Yahudi çocuğun. Ona kimse görmeden kurabiyelerden alabileceğini söyler ama tam çocuk yemeye başladığında içeri bir Nazi askeri girer ve onu görür. Ev sahibi olan çocuk korkudan gerçeği itiraf edemez ve arkadaşının o asker tarafından dövülmesini izler. Bunun gibi de bir ton detay var filmde. Mesela askerin oğlunun, kamptaki Yahudilerin giydiği çizgili tulumu pijama zannetmesi ve ''Neden hep pijama giyiyorsunuz?'' diye arkadaşına sorması gibi.


Askerin oğlu, filmin sonunda tel örgüleri aşıp kampa gelir arkadaşının 'kayıp' babasını bulmak için. Gaz odası gibi bir yere doluşturulurlar ve malum sona yaklaşırken oğlunun nereye kaybolduğunu bulamayan asker, tel örgülerin dibindeki kıyafetleri görür. Oğlunu kurtarmaya yetişemez.


Genel anlamda o vahşet hissini uyandırsa da sonu daha vurucu olabilirdi; bu haliyle yarım kalmışlık hissi var biraz.


















































2 Şubat 2018 Cuma

Kitap: Üçleme: Şeker Portakalı,Güneşi Uyandıralım,Delifişek - José Mauro De Vasconcelos

Bu kitabı birkaç yıl önce okumuştum, o zamanlar bu kitabın yasaklanması falan gündemdeydi ve cidden saçma buldum bu yasaklanma olayını, internetten nedenini araştırabilirsiniz ve bu basımdaki kapak resminin de sübliminal mesaj barındırdığını ileri sürenler var, bunlarla gündeme geldi kitap ama gündeme gelmese belki bunca kişi böyle bir kitabın farkında olmayacaktı.


 Şeker Portakalı'nı toplamda üç defa okumamın sebebi de yine beni derinden etkilemesi, hatta son okuyuşumda sarsıldım diyebilirim. Zezé'nin öyküsü anlatılıyor sırasıyla. İlk kitapta ilkokul zamanları Zezé'nin, hatta okumayı kendi başına söktüğü için de erken okula veriliyor, küçük bir çocuğun dünyasındasınız, yazar öyle bir canlılıkla anlatıyor ki okurken Zezé'yi görebiliyorsunuz, ona dokunabiliyorsunuz adeta. Peki neden kimse dilinden düşürmüyor bu kitabı? Belki günün birinde küçük bir çocuğun acıyı nasıl keşfettiğinin öyküsü insanı biraz sarsıyor, üzülüyoruz. Kitabın en sarsıcı ve beni de kendisine bağlayan yeri son bölüm.
Çok fakir bir ailenin oğlu olan ve küçük yaşında bir sürü sıkıntıyla karşılaşan, kimsenin kendisini sevmediğini hisseden beş yaşındaki Zezé'nin en yakın arkadaşı şeker portakalı fidanı Minguinho'dur (Xururuca). Bir dolu kardeşi arasından da beni en az döven ablam diye nitelediği Gloria ve ailenin en küçük bireyi Kral Luis'e düşkün. Bir gün Zezé yarasacılık oynarken kendine zengin Portekizli Manuel Valadares'i (Portuga) düşman ediniyor, gel zaman git zaman bunlar bir gün yakınlaşıyorlar, hani şu sosyal medyada zırt pırt karşınıza çıkan  sekiz yüz elli iki bin kilometre gitmek muhabbeti de bu iki dost arasında. Bazı olaylar yaşanıyor ve bu ikisi, başta düşman olduğuna inanmakta zorlanacağımız bu ikisi, baba-oğul gibi oluyorlar, Zezé baba olarak görüyor Portuga'sını, Portuga da onu oğlu olarak görüyor ki öz babasıyla da hatta o saydığım birkaç isim ve annesi dışında Zezé'nin ailesiyle pek işi yok, sefalet içinde her gün kavga gürültüden usanmış çünkü. Neyse bir gün yol genişletme çalışması mıdır nedir o sebeple bazı bölgelerde kazı yapılıyor ve tesadüftür ki Zezé'nin şeker portakalı fidanının kesilmesi gerek. Abisi bunu Zezé'ye söylediği için pişman oluyor ama gerçekler bunlar çünkü Zezé aradan birkaç hafta geçmesine kalmadan yataklara düşüyor ve doktor yaşadığı şoku atlatması gerektiğini söylüyor. Herkes Zezé'nin Minguinho yüzünden yataklara düştüğünü, depresyona girdiğini düşünse de aslında gerçekler öyle değil. Manuel Valadares, kitapta sürekli adı geçen ve sesiyle korku salan o meşhur trenin altında eziliyor, Zezé ile dolaşmaya gittikleri ve Zezé'nin yarasacılık oynadığı arabası dümdüz oluyor. Kitabın sonunda Zezé'nin öz babası gelip şeker portakalı fidanının kesilmesine daha çok zaman olduğunu hatta belki onun burada bile olmayacağını, üzülmemesini söylüyor. Zezé babasını tanıyamıyor bile , ona karşı bir şey hissetmiyor, karşılık veriyor, ''Onu kestiler bile, baba; benim küçük şeker portakalı fidanım kesileli bir haftadan çok oluyor.'' Burada Portuga'nın ölümünden bahsediyor. Son sayfada da Portuga'ya yazılmış bir mektubu var yazarın. Bu, yazarın hikayesi; yaşam hikayesini incelerseniz neredeyse her şeyin aynı olduğunu görüyorsunuz.
Portakal sözcüğü dilimize Portugal'dan (Portekizli) geçmiş. Bu da öyle bir ayrıntı.


Şeker Portakalı'nın başında şöyle bir kısım var: Ölülerime: Kardeşim Luis, yani Kral Luis ve ablam Gloria'nın hüzünlü anısına; Luis  yirmi yaşında yaşamaktan vazgeçti, Gloria da yirmi dört yaşındayken bu dünyanın yaşamaya değer olmadığına karar verdi. Altı yaşıma sevginin anlamını aşılayan Manuel Valadares'e de, özlem dolu yüreğimi sunuyorum, huzur içinde yatsınlar.




İkinci kitapta birkaç yaş daha büyümüş Zezé, doğayla bağını koparmamış, ilk kez aşık oluyor belki ve kalbinin orda bir kurbağa taşıyor. Ben hep şeker portakalı fidanına ne olduğundan bahsetmesini istedim ama nedense tamamen kopuyor her kitapta olanlar ki zaten bu kitapta Zezé zengin bir ailenin yanına veriliyor. Daha kopuk ama eskisi gibi yaramaz bir çocuk hala.


Son kitap adından anlaşıldığı gibi Zezé'nin delikanlılık çağını anlatan, genel olarak diyalog şeklinde akan, az olaylı ve bol konuşmalı, psikolojik yönü biraz daha ağır basan, çok çok ince bir kitap. Devam ediyor hissi var. Kaygı var, stres var.
'' Coğrafya serserilere özgü bir derstir.'' Delifişek'ten aklımda en çok kalan cümle bu oldu galiba.



16 Ocak 2018 Salı

Anime: Death Note/Ölüm Defteri


Light, ''Bütün kötülükleri yok edeceğim, tüm kötü insanları öldüreceğim.'' Ryuk, ''O zaman geriye sen kalacaksın; tek kötü sen olacaksın.''
Takeşi Obata ve Tsugumi Oba tarafından tasarlanan, live action filmlerinin sonu gelmeyen, her türlü şeyi bünyesinde barındıran ve benim de izlediğim ilk anime olan Death Note'dan bahsetmeye karar verdim. Kidz Animez diye bir kanal vardı, gündüz kuşağında küçüklere hitap eden çizgi filmler vs. yayınlanıyordu, akşam kuşağındaysa bu tarz daha büyüklere hitap eden animeler yayınlanıyordu. Ben de orada rastlamıştım. Sonra bir arkadaşın tavsiyesiyle adam akıllı oturup izlemeye başladım, efsane sürükleyici bir şey; suç, gerilim, polisiye, bilim kurgu falan her şey var konu bazen saçmalasa da.

Yagami Light, çok zeki ve dünyanın gidişatından çoğumuz gibi memnun olmayan, bunalmış biri. Bir gün okul bahçesinde Ölüm Defteri'ni buluyor. Bu defterin bir ton kuralı var ama özetle kimin nasıl ölmesini istediğini yazıyorsun ama bu kişinin gerçek adını, soyadını ve yüzünü bilmen lazım. Light bu defteri başta pek sallamasa da eve gidince canı sıkılıyor ve deftere bir suçlunun adını ve nasıl ölmesini istediğini yazıyor. Ve adam çok kısa bir süre sonra aynen Light'ın yazdığı gibi ölüyor. Sonra defteri dünyaya düşüren şinigami Ryuk ile tanışıyorlar. Ryuk da bunalmış bir Şinigami, sadece biraz eğlenmek istiyor, ayrıca çok komik ve tuhaf bir karakter :)


Light yaşadığı şoku kısa sürede atlatıp adam öldürme işini bir ritüel haline getiriyor ve suçluların kısa sürede bu şekilde (genellikle kalp krizi) ölmeye başlaması insanların dikkatini çekiyor. Bunu yapan özel biri olduğuna inanıyorlar ve ona Kira (katil) demeye başlıyorlar; Light kimliğini ifşa etmeden keskin zekasıyla işi yürüttüğü için bir süre kimse bir şey anlamıyor. Hatta animede yer yer ağzınızı açık bırakacak cinsten şeyler yapıyor, neyse çok detaya inmeyeceğim. Dünyanın en iyi dedektifi olarak bilinen ve adını sanını kimsenin bilmediği L de bu kişiyi araştırmaya başlıyor ve dahice bir plan yapıyor, bunlar bir yandan zekalarını yarıştırıyorlar zaten.


L'nin yüzünü hiç kimse bilmiyor, animede de takma adı olan Ryuzaki kullanılıyor genelde. L'nin, Kira'nın en azından nerede oturduğunu öğrenmek için yaptığı plan falan efsaneydi mesela, sırf onun için bile izlenir her ne kadar kimi zaman konuyu saçma bulsam da.

Neyse bu L ve Light birbirlerini ifşa etmeye çalışadursun öte yandan Kira'ya aşık saf salak Misa ortaya çıkıyor, buna da Rem adlı Şinigami tarafından başka bir Ölüm Defteri getirilmiş, Rem de Misa' ya aşık ama henüz Rem'in ne cinsten bir yaratık olduğunu çözemedim, Ryuk'a bile ısınmıştım da bu Rem'de melankolik ve tehlikeli bir hava vardı hep ki zaten L'nin ilerleyen bölümlerdeki ölümüne de karışıyor. L'nin ölümü demişken, L ölünce yerine Near adlı başka bir dedektif geliyor ama bana kalırsa L çok başkaydı. Öldüğü bölümde L'nin ölümünden çok çatı katında Light ile yaptıkları konuşmadan etkilenmiştim. Öleceği belliydi bence ama o bölümün başları, yağmur, çatıdaki konuşmalar, L'nin Light'a ''dost'' diye hitap etmesi falan beni çok etkilemiş sahnelerden biriydi, ah bir bileydi Light'ın onu öldüreceğini. Öyle işte L ölür, Light katliam yapmaya devam eder, Light'ın babası da (Oğlunun Kira olduğundan habersiz L'nin grubunda Kira hakkındaki soruşturmada görev alıyordu.) ölür ve taş kalpli Light babası ölüm döşeğindeyken bile durumun vehametini kavrayamamış olarak babasına alakasız şeyler sorar ve adam Light'ın sorularını yanıtlayamadan göçüp gider.

Mesela en garip şeylerden biri Light ve L'nin Kira'yı bulmaya çalışması ve Kira'nın aslında Light oluşu ve sonra Light'ın Kira olduğunu unutup masum hallerine geri dönmesinden birkaç gün sonra tekrardan hafızasının yerine gelmesi ve her şeyin iyice karmaşıklaşmasıydı. Ayrıca L'nin gerçek adı ve soyadını bilmediği için yanı başında, Kira soruşturmasının başındaki L'yi öldürememişti.

Bir sürü masum insanı katleden ve psikopata bağlayan Light son bölümde hayata gözlerini yumuyor, açgözlülüğü yüzünden. L de ölüyor. Geriye gözü yaşlı Misa kalıyor, hepimize kimseye çok bağlanmayın mesajı veriyor ve anime sona eriyor.

Mangasını da çok az okudum ama anime izlemeyi tercih ederim. Şimdi biraz da nasıl başladığından bahsedeceğim çünkü bağımlılık yapıyor, bence en etkileyicisi ki animeye en çok uyanın o olduğunu düşünüyorum, ikinci opening, zaten o manyak şarkı sayesinde bağımlılık yaptığına inanıyorum ki bir animeyi etkileyici kılan en önemli şeylerden biri de şarkısıdır. What's Up People-Maximum the Hormone başlarken çalan şarkıydı. Bir de Alumina vardı sanırım bitiş şarkısı.


14 Ocak 2018 Pazar

İntikam Üçlemesi: Sympathy For Mr. Vengeance, Oldboy, Sympathy For Lady Vengeance


Park Chan Wook'un yönetmenliğini yaptığı bu filmler tuhaf intikam senaryoları uzerine kurulu ve oldukça rahatsız edici görüntüleri var -hassas midesi olup da izleyenlerin gözü yaşlı- ama etkileyici senaryoları ile sizi alıp götürüyor.

Ilk film Haklı Intikam ile başlayayım. Diğer filmler gibi hastalıklı bir senaryosu var; olaylar tuhaf, her şey paradoks. Resimdeki yeşilli adam sağır ve dilsiz. Ablası böbrek hastası ama kendi böbreğiyle uyuşmuyordu galiba onunki, o sebeple de ne yapsam ne etsem diye düşünmeye başlıyor ve organ mafyasıyla anlaşıyor ama kazıklanıyor. Hem parasını, hem de kendi böbreklerinden birini kaybedince de kız arkadaşıyla başka bir plan yapıyorlar. Bu yeşilli gencin patronunun kızıydı galiba, onu kaçırıyorlar ama kötü bir niyetleri yok gibi. Tabi sonrasında küçük kız ölüyor. Kızın cesedinin suda yüzüşünün gösterildiği sahneler de cidden etkileyiciydi. Neyse,  yeşilli gencin patrondan intikam almak için ve ablasını kurtarmak için böyle bir şey yapmasına mı hak vereceksiniz yoksa patronun, yeşilli gencin kız arkadaşını berbat bir yöntemle öldürüp intikam almasına mı işte orası biraz paradoksal. Kimin açısından bakarsanız o tarafı haklı görüyorsunuz, herhalde bu yüzden filmin adı Haklı Intikam.

Ondan sonra beni tam manasıyla dumur eden film Oldboy geliyor. Şöyle özet geçeyim, bir adam yıllarca bir odada hapsediliyor, delirmenin eşiğine geliyor, kendi kendine kimin bu neden yaptığını anlamaya çalışıyor ve bir gün öylece salıyorlar bunu dışarı. Adam yıllar sonra kendini dışarda bulunca da bir intikam planı yapıyor ve yanlış hatırlamıyorsam hapsedildiği yerde sürekli yediği o yemek sayesinde ipuçları bulmaya çalışıyor. Şimdi kısaca bu adamın neden hapsedildiğini açıklayayım: Bu da kendi içinde ayrı bir intikam öyküsü, hapsedilen adam, vakti zamanında ensest ilişki yaşadıklarını öğrendiği kardeşleri bir arkadaşına anlatıyor, bu şekilde de olay yayılıyor. Bu iki kardeşten kız olan her şey duyulunca intihar ediyor ve erkek olan yıllar sonra bu olayın yayılmasına sebep olan kişiden intikam alan kişi, yani onu yılar sonra bulup kaçırıp yıllarca hapseden kişi. Yani senin yüzünden kız öldü ben de sana gününü gösteririm hesabı. Fakat o adamı yıllarca hapsetmesi intikamın sadece başlangıcı, çünkü adamı serbest bıraktıktan sonra adam ve adamın kızını hipnoz yoluyla birbirlerine aşık ediyor, tabi kimsenin ruhu duymuyor. Filmin son sahnelerine doğruydu yanlış hatırlamıyorsam adamın öz kızına aşık olduğunu öğrenmesi. Son sahneler zaten mide kaldırıcı, ellerini korkak alıştırmamışlar diyor ve geçiyorum.

Serinin son filmi Türkçeye İntikam Meleği olarak çevrilmiş. Diğerlerine nazaran daha az tiksinç sahne vardı diyebilirim. Burada da bir anne-kız öyküsü var. ''Masum'' görünüşlü, kırmızı farı çakmak çakan bir kadın genç yaşta hapse atılıyor, ama aslında suçsuz olduğunu anlıyoruz sonradan. Diğer kadın mahkumlara kah iyi davranıyor, sevmediği bazı mahkumlara kah masumca zarar veriyor falan böyle değişik biri ama bir yandan hapisten çıkınca alacağı intikamın hayalini kuruyor yani hapishanede yaptığı her şey aslında intikam planı için. Filmin son sahnelerinde milleti toplayıp intikam alma hayaliyle yaşadığı adamın yanına getirmesi ve herkesin içinde birikmiş olan kin ve adamdan tek tek intikam almaları falan hepsi efsaneydi. Bir de şu var, kadınla hapishaneye girmeden evvel doğurduğu ve sonradan bulduğu kızı arasındaki bağ çok garipti yani kızın anneye öfkeli olmasını ve doğrudan yansıtmasını falan bekliyorsunuz belki ama kızın karakter de anneye benzeyince değişik bir çift ortaya çıkıyor. Kız içinde kalanları arada gün yüzünde çıkarsa da şahsına münhasır ve dikkatimi çekmiş bir karakterdi.


Filmleri biraz yüzeysel geçtim ama neyse, her ana karakterin kendine has değişik duruşu ve insanda uyandırdığı etki ve insanoğlunun ne denli vahşi olabileceğini gözler önüne seren film falan, garipti ya. Başka bir şey gelmiyor aklıma, sürükleyici ve garip.



Film: Mustafa Hakkında Her Şey- Çizgili Pijamalı Çocuk- Cinayet Günlüğü

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY ''Kimsiniz siz? Hayatımda ne işiniz var? '' (Mustafa hastanede Fikret'in annesine bağırırke...