26 Mayıs 2017 Cuma

Kitap: The Goose Girl (Kaz Çobanı)- Shannon Hale

Grimm Kardeşler'in bir sürü masalından sadece bir tanesi olan Kaz Çobanı pek bilindik değil, en azından Pamuk Prenses kadar meşhur değil. Ben küçükken bu masalı biliyordum ama Shannon Hale, kendi tarzıyla masalı biraz değiştirmiş. Psişik güçler, arkadaşlık, aşk ve ihanetin geçtiği sürükleyici ve bir o kadar da etkileyici bir roman ortaya çıkmış. Sarıkız efsanesinin bazı kısımları da bu masala benziyor.


Bayern Serisi'nin kitapları sırasıyla: The Goose Girl(Kaz Çobanı), Enna Burning(Ateş Kız), River Secrets, Forest Born


Serinin son iki kitabı ne yazık ki Türkçe'ye çevrilmemiş. 
Kitap kapaklarındaki fotoğraflar Juliana Kolesova'dan. Fotoğraflı kapaklar dışında birbirinden hoş kapak tasarımlari var.

Şimdi biraz içerikten bahsedeceğim. Anidori Kiladra Talianna Isilee adında bir prenses doğuyor Kildenree'de. Kızın annesi kraliçe kızıyla fazla ilgilenmiyor, Ani ile genelde ormanda yaşayan teyzesi ilgileniyor. Bu kadın Ani'ye insanlarda üç hüner olabileceğinden bahsediyor. Hayvanlara konuşma, insanlarla etkili konuşma ve doğayla konuşma diye. Ani o zamandan itibaren bunlara meraklı ve farklı bir çocuk olarak yetişiyor. İnsanlarla iletişimi sıkıntılı fakat kuşlarla konuşmayı başaran bir kız oluyor. Annesi bu durumdan o kadar rahatsız oluyor ki böyle birinin veliaht olup da tahta geçmesinin ülke otoritesinin sağlanamayacağı anlamına geldiğini düşünüp Ani'ye bu tür şeylerin deli saçması olduğunu söylüyor. En sonunda da Ani'nin yerine onun erkek kardeşini tahta geçirmeye karar veriyor ve Ani'yi Bayern'e gelin olarak yolluyor. Selia adında bir kız var, Ani'nin saraydan tek arkadaşı ve bu kız nedimenin kızı. Ani'den iki yaş büyük, görünüşleri kısmen benziyor zira Kildenree denen diyarda, insanlar genellikle açık renk tenli, açık renk saçlı filan oluyorlar. Ama Bayern'de durum tersi.


Neyse işte, Ani'nin teyzesi ölüyor bir süre sonra. Ani büyüyor ve güzelleşiyor. Ani'nin küçük yaşlardan beri sahip olduğu bir atı var Falada diye. Bunlar konuşabiliyorlar ama yani öyle sesli bir şekilde değil. Ani çok küçükken, Falada'nın doğumuna tanık oluyor; aralarında çok özel bir bağ var ve iletişim kurabiliyorlar. Bir gün babası ve Ani at binmeye gidiyorlar. Babası orada bir kaza geçirip
ölüyor. Yas zamanının ardından Ani'nin annesi Ani'yi Bayern'e gelin olarak yolluyor. Ne Ani adamın suratını görmüş ne de adam Ani'yi biliyor. Hem iki ülke arasındaki sorunlar bu şekilde kapanır düşüncesiyle annesi Ani'yi yolluyor. Selia, Ani ve 4o civarı kişilik kafile üç aylık bir yolculuğa çıkıyorlar. Talone adında orta yaşlı ve ülkesine sadık bir komutanları var. Kafilede Ungolad gibi paralı askerler de var. Yolculuğun ilk günleri iyi geçiyor. Ama bir süre sonra Ani, Selia ve Ungolad'ın arasında bir şeyler olduğunu seziyor. Birkaç hafta içinde Selia'nın davranışları değişiyor. Selia, Ani'yi iplememeye ve sanki onu alaya alıyormuş gibi davranışlar sergilemeye başlıyor. Ani ise sesini çıkarmıyor. Bir gün Ani, Selia'yı prenses elbiselerinden birini üstüne tutup denerken buluyor. Sonra onun yanına gidiyor. Selia da o zaman içinde tuttuğu her şeyi kibirli ve asabi bir tavırla anlatmaya başlıyor. Ani'nin sahip olduklarının kıymetini bilmediğinden ve Ani'yi ne çok kıskandığından bahsediyor. Sonra da Ani'ye ''Size meydan okuyorum, hadi bana haddimi bildirin.'' diyor. Ani tabi şok oluyor. Ungolad da bunun yandaşı ama sadece Ungolad mı... Bunlar isyan ediyorlar ve kafiledeki birçok asker Selia'yı prenses olarak gördüklerini falan söylüyorlar. Selia zaten Ungolad'ı parmağında oynatıyor. Savaşıyorlar ve Ani kaçmaya çalışıyor. Ungolad onu yaralıyor ama Ani onun elinden kaçıp Bayern'de bir orman kadının evine sığınıyor. Aradan biraz zaman geçiyor. Ani Selia'nın kendisini Kildenreeli prenses olarak tanıttığını öğreniyor. Ani buna itiraz edip gerçeği söylemeye kalksa kimse ona inanmaz diye Ani kaz çobanı olarak işe başlıyor ve sonraki yıl memleketine dönecek kadar para biriktirmeye karar veriyor. Bu arada hep saçlarını gizliyor kimse anlamasın diye.
 İşçierin ve çobanların kaldığı küçük odalar var. Ani orada yaşıyor. Ani diğer çobanlarla tanışıyor ama kimliğini hep saklı tutuyor. Sadece oradaki çalışanlardan biri olan Enna'ya anlatıyor. (Ateş Kız adlı kitabın da baş karakteri Enna.


Şimdi yürek parçalayan kısma geliyorum. Ani Falada'nın saraya getirildiğini ama delirdiğini öğreniyor. Eski dostunu çok özleyen Ani bir gece gizlice saray ahırına giriyor ama Falada onu tanımıyor. At Ani'ye saldırıyor, Ani kaçıyor. Sonra Selia Falada'yı öldürtüyor. Falada'nın kesilen
başı bir duvarın üzerine asılıyor ve Ani sürekli gelip o kesik başın önünde durup uzun uzun onu seyrediyor. Ani kazlarını otlattığı çayırda kendini Bayern prensinin muhafızı olarak tanıtan, yakışıklı biriyle tanışıyor. Geric ile Ani arasında bir şeyler filizleniyor derken Geric bir gün çayıra gelmeyi bırakıyor.


Ungolad Ani'nin yaşadığını öğrenip ona saldırıyor falan bir ton olay geçiyor. Ani bu sıralarda rüzgarla konuşmayı öğreniyor. Bir gün ormanda Talone ile karşılaşıyor ve çok seviniyor. Sırrını işçi arkadaşlarına açıklayan Ani, Talone ve diğerleriyle saraya doğru yola çıkıyor. Tabi Selia bu ihtimali de hesaba kattığı için sahte bir mektup hazırlayıp sanki Kildenree'nin Bayern'e saldırma gibi bir planı varmış gibi gösteriyor. Yani aynı zamanda Bayern orduları Kildernee'ye doğru yola çıkıyor.
Bu sırada da düğün için prens ve Selia uzaktaki başka bir saray gidiyorlar. Grubumuz kendilerini prenses Ani'nin kızkardeşi ve muhafızları diye tanıtıyorlar. Ama Selia bu gelen kişinin Ani olduğunu tahmin edip saraya sadece kendini kız kardeş olarak tanıtan kişinin alınmasını söylüyor. Ani tek başına saraya girmek zorunda kalıyor ve birden kendini bir oyunun içinde buluyor. Prensin babası yani kral Ani'den açıklama bekleyince Ani tüm gerçekleri anlatıyor. Selia ise Ani'yi nedime olarak tanıtıp onun bir yalancı olduğunu söylüyor. Kral Ungolad, Selia ve Ani'yi yalnız başına odada bırakıyor. Ani gitmemesi için yalvarırken Geric'in aslında prens olduğunu öğreniyor. Kafası karışan Geric de babasıyla oradan çıkıyor. Selia Ani'nin üzerine geliyor ve Ungolad ile bir plan hazırlıyorlar. Ani ise öldürüleceğini biliyor ama yapacak bir şey yok. Derken birden yanlarındaki duvarda asılı oan devasa goblenin arkasından Geric ve kral çıkıyor. Selia her şeyi kendi ağzıyla söylediğinden kral Selia'nın yalancı olduğunu öreniyor.Muhafızlar odaya dalıyorlar, tabi o sırada da Ungolad ve Geric dövüşmeye başlıyorlar. Neyse Geric bunu yeniyor ve suçlular en ağır şekilde cezalandırılıyor. Geric aslında Selia'yı hiç sevmediğini söylüyor ama mecburen evlenmek zorunda. Tabi artık karısı Ani oluyor. Kitap burada bitiyor. Devamı zaten diğer kitapta ama orada olaylar Enna'nın etrafında dönüyor genel olarak. O kitap da harika, artık masal falan yok, tamamen Shannon Hale'in hayal gücüne kalıyor her şey.

Kitabın sonunu çok beğendim ben. Biliyorum uzun oldu ama gerçekten de ilgimi çeken bir kitaptı ve anlatmak istedim:d



18 Mayıs 2017 Perşembe

Film: Memories of Matsuko - Kiraware Matsuko No İssho

Tetsuya Nakashima beyefendinin yönetmenliğini yaptığı ilginç bir dram filmiyle karşınızdayım bu sefer. Film afişine balınca komedi filmiymiş ya da belki de zaman kaybıymış gibi düşünebilirsiniz, başroldeki kadınla alakalı değil sadece afişi beğenmedim ben, ama film ne komedi filmi, ne de zaman kaybı. Yürek burkan bir dram filmi. Biraz müzikal sahneleri de var filmde ama onlarda bile dramın keskin kokusunu alabiliyorsunuz.


Şimdik bu kızın adı Matsuko. Film zaten onun hayatını anlatan bir film. Matsuko sürekli bu komik suratı yapıyor, az sonra da sebebini okuyacaksınız. Bunlar filmle ilgili meşhur karelerden.




Sho ( tatlış suratlı Eita'nın canlandırdığı karakter) bir sabah uyandığında babasını karşısında bulur. Babası ona, daha önce hiç bahsetmediği kız kardeşinin öldürüldüğünü ve onun çer çöp içindeki evini temizlemesini söyler. Halasının varlığından haberdar olmayan Sho, kir pas içindeki eve gider. Matsuko'nun komşusu olan tuhaf görünümlü bir adamla tanışıp ona halası hakkında sorular sorar. Adamdan dinlediklerine göre Matsuko gölün kıyısında saatlerce ağlarmış eve gelince de bazen kendi kendine çığlık atarmış. Bir de Sho, Matsuko'nun evinin duvarında bir yazı buluyor. ''Doğduğum için beni bağışla.'' gibi bir şey.
Sho evi toparlamaya başlar. Sürekli de karşısına halası hakkında detaylar çıkar. Onun nasıl biri olduğunu öğrenmeye başlar. Sonra onu kimin, neden öldürdüğünü öğrenmeye çalışır. Bundan sonra Matsuko'nun hayatı anlatılıyor kesitler şeklinde. Matsuko, babası tarafından ilgi göremeyen sevgi dolu güzel bir kız. Babası ise tüm sevgisini, Matsuko'nun hasta kardeşine gösteriyor. Bu yüzden evde sürekli kavga çıkıyor. Matsuko ve babası bir gün bir gösteriye gidiyorlar. Oradaki bir palyaço bu komik suratı yapınca herkes gülüyor ama Matsuko'nun babasının suratı adeta duvar. Her neyse Matsuko da babasının ilgisini çekmek ve onu güldürmeyi başarmak için hep bu suratı yapıyor. Yıllarca bu devam ediyor ama beklediği ilgiyi hiç alamıyor. Tahmin edersiniz ki görmediği sevgiyi yanlış yerlerde aramaya başlıyor. Bu arada Matsuko bir gün sinir krizi tarzı bir şey geçirip kardeşini boğmaya kalkıyor, ilerleyen zamanlarda da genelevde masörlük yapıyor. Doğru işi bir türlü bulamayan Matsuko, ailesi tarafından evlatlıktan reddediliyor ama o hep ailesini düşünüp üzülüyor.Yanlış kişilere aşık oluyor, sevdiği adamın intiharına tanık oluyor, çok acı şeyler yaşıyor, dayak yiyor, erkeklerin elinde oyuncak haline geliyor ve terk ediliyor. Hapse giriyor ve bir gün eskiden öğrencisi olan genç adamla karşılaşıyor. Bunlar birbirlerine aşık oluyorlar (arada yaş farkı var ama Matsuko adam için her şeyi yapıyor). Bu adam bir gün hapse atılıyor ve Matsuko'ya iyi gelmediğini ve ondan ayrılmanın en iyisi olacağına karar veriyor. Matsuko bunu kabul etmiyor. Adam her seferinde suç işliyor, hapse atılıyor, aklı gidip geliyor. Matsuko bu sıralarda eskiden ailesiyle yaşadığı evin karşısında yer alan gölün kıyısında bir ev tutuyor. (göle bakıp saatlerce yalnız başına ağlamasının sebebi gölün karşısında ailesinin evini görmesi ya da ailesinin eski evine yakın olması.) Sadece yiyor, içiyor, uyuyor. Hayata küsüyor. Bir akşam küçük çocukların onu öldüresiye dövmesiyle hayatını kaybediyor.

Hep "Neden?" diye sordu Matsuko. Cevabını da hiç alamadı. Yalnızlığı sevmezdi. Sevgilisinden şiddet gördüğünde de " Yalnızlıktan iyidir." demişti ağlayarak. Fakat yapayalnız öldü. Matsuko yağmurdan da nefret ederdi. Yağmurun kötü anıları aklına getirdiğini söylerdi sürekli.

İnsanların o kadar iyi kalpli ve sevgi doluyken nasıl değiştiğini çok iyi anlatan bir film. Bilinçaltına açılan bir kapı gibi. Hayatınız gözünüzün önünden geçiyor resmen. Son kısımlarıysa o kadar üzücü ki...
Miki Nakatani'nin oyunculuğuysa efsane.

12 Mayıs 2017 Cuma

Dizi: 1 Litre of Tears (Bir Litre Gözyaşı)

''İnsanlar sadece ruh halleriyle yaşayamazlar mı?''
''Tam gaz bir şeylere, bir yerlere çarpmak; aklımı kaçıracak kadar avaz avaz bağırıp kahkahalarla gülmek istiyorum.''
'' Çok güzel ve kocaman açmış çiçeklerin olduğu bir halının üzerinde sevdiğim müziği dinleyerek uykuya dalsam ne güzel olurdu...''

Bence gelmiş geçmiş en iyi dram dizileri listesinde rahatlıkla ilk sıralarda yer alabilecek bir dizi bu. Benim şu ana kadar izlediğim en etkileyici dizi ayrıca. İzleyin izlettiriin derim.



Aya Kito adında 15 yaşında, tatlı mı tatlı, hayat dolu bir Japon genç kız var. Bu kız bir gün bir hastalığa yakalandığını öğreniyor. Sebebi bilinmiyor bu hastalığın. Mesela kız yolda yürürken düşüyor, hani biz düşerken ellerimizi öne uzatırız da avuç içlerimiz biraz soyulur, hatta sert düştüysek yara olur ya avuçlarımız, hah işte bu kız düşüyor fakat ellerini hareket ettiremiyor o anlık ve o sert darbeyi elleriyle hafifletemeyip çok daha fazla zarar görüyor. Bir hayal etsenize, vücudunuza bazen bir şeyler oluyor ve istediğiniz gibi hareket ettiremiyorsunuz onu. Neyse işte doktor kızdan bir günlük tutmasını ve yazdıklarını daha sonra okuyacağını, böylece hastalığın nasıl seyrettiğini de hep beraber görmüş olacaklarını filan söylüyor. Kızda bu iş tutku haline geliyor adeta çünkü aradan biraz zaman geçiyor ve kızın hastalığı daha da ilerliyor, kız da sürekli günlüğe bir şeyler yazıyor. Konuşmakta ve yutkunmakta zorlanıyor, kendi okulunu, düzenini ve arkadaşlarını bırakıp engelliler okuluna başlıyor. Doktorların tüm çabalarına rağmen omurilik soğanı dejenerasyonu isimli bu hastalığın halen tedavisi bulunamamış. Kız kurtulamayacağını biliyor fakat bir gayret yaşıyor işte. Yirmili yaşlarda hayata gözlerini yumuyor Aya.
 Bu kızın tuttuğu günlükler daha sonrasında kitaplaştırılıyor. Kitabın adı Bin Damla Gözyaşı. Sonrasında da dünyada ses getiren o dizisi çekiliyor. İşte Bir Litre Gözyaşı adlı, beni hikayesi gerçeğe dayandığı için (normalde kitap veya diziler beni biraz zor ağlatır ama bu diziyi izlerken çok ağladım) çok duygulandıran ve hepimizin ders çıkarabileceği, aslında bazı sorunlarımızı fazla büyüttüğümüzü çünkü birçok insana göre daha iyi bir yaşam sürdüğümüzü bize fark ettiren muhteşem bir dizi.


Yandaki fotoğrafta, tekerlekli sandalyede oturan kız (gerçek) Aya. Şimdi diziye biraz yöneleyim şu ana kadar kitaptan bahsettim, dizinin bazı farklılıkları var. Aya Ikeuchi adında 15 yaşında, basketbol tutkunu bir genç kız var. Liseye başlayacağı sıra bir sınava girecek fakat düşüyor yağmur yağarken, çok geç kalıyor. Bir çocuk buna yardım ediyor ve ikisi de sınava güç bela yetişip aynı sınıfa denk geliyorlar. Aslında bu çocuk sınava girmeyecekti fakat Aya sayesinde sınava giriyor. Bu çocuğun adı Asou Haruto. İlk başta Aya ve Asou anlaşamıyorlar çünkü Asou biraz sert ve soğuk bir tip. Bu arada Aya karakterini efsane oyunculuğuyla Erika Sawajiri, Asou karakterini ise Ryo Nishikido canlandırıyor.
Her neyse işte günün birinde Asou Aya'nın ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğreniyor ve onunla ilgilenmeye başlıyor. Dizinin sonlarında bunlar sevgili oluyorlar fakat bu dizi diğer diziler gibi mutlu sonla bitmiyor.


Dizide beni şaşırtan gerçeklerden birinden bahsedeceğim. Aslında Asou karakteri, Aya'nın annesinin isteği üzerine diziye eklenmiş bir karakter. Yani gerçek hayatta var olmamış. Oysaki diziyi izlerken üzüntüden başınızı duvarlara çarpma isteği getiren sahnelerde Asou da vardı o sebeple ben bunu duyunca çok şaşırmıştım. Ben kitabı okurken de bu sebeple Asou'dan bahsedildiğini hiç görmedim. Yürek burkan detaylardan biri de şu, kitapta Aya'nın düştüğü zaman bazı dişleri kırılıyor ve zaten o sıralarda da hastalığı ilerlemiş, insanlar ona tuhaf gözle bakar olmuş çünkü yürüyüşü ve hareketleri değişmiş ve Aya da sürekli ağlıyor, işte bu esnada Aya ''Eğer diğer kızlar gibi olsaydım belki de aşkı tadabilirdim.'' tarzında bir cümle kuruyor. Tam hatırlamıyorum cümleyi fakat bu anlama geliyordu. Orayı okuduğumda çok üzülmüştüm. Bir yerde okuduğuma göre de annesi ''Kızım gerçek hayatta bu duyguyu tadamadı, bari dizide aşkı tatmış olsun'' diyerekten Asou karakterinin eklenmesini istemiş sanırım.
Bu sahne de beni çok etkileyen sahnelerden. Aya diğer insanlar gibi olmadığını ve Asou ile bir ilişki yürütemeyeceğini ve ondan ayrılmasının Asou için de iyi olacağını düşünüyor ve ona mektup yazıyor. Asou'nun babası falan da birlikte olmalarını istemiyordu zaten. mektubu okuduktan sonra Asou eve gidiyor ve babasına her zamanki gibi haklıydın tarzı bir şey diyor. Bitmişim o sahnede. Ayrılmak zorunda kalıyorlardı ya. İzleyeni inanılmaz bir psikoloji içine sokuyor dizi. Kıymetini bilmediğimiz çok şeyi yüzümüze vuruyor. Ha bir de Aya'nın hoşlandığı bir genç vardı bunlar çıkmaya başlamışlardı fakat o genç, Aya'nın hastalığını öğrenince kızla düzgünce konuşmadan ondan ayrılıyordu. Asou ile de bu şekilde yakınlaşıyorlardı.

İşte bu da Aya'nın ailesi. Yüzünden gülümseme eksik olmuyor Aya'nın. Hastalığı çok ilerlediği zaman bile gülümsemesini biliyor. Birilerinin kalbine dokunmak, insanlara yardım etmek istiyor. Sonra tuttuğu günlük basılıyor. Ve birçok insana psikolojik destek vermiş olmanın mutluluğuyla ölüyor.


Dizi 12 bölüm ama çok uzun özel bir bölümü var. Maalesef Türkçe altyazısını yok o bölümün bu yüzden İngilizce izledim. Bölümde Aya'nın ölümünün ardından neler yaşandığı anlatılıyor. Asou doktor oluyor ve Aya'nın kız kardeşi ile aynı hastanede çalışıyor. Sonra hayata küsmüş bir genç kıza yardım ediyor Asou, Aya'nın hayat hikayesini anlatarak. Sadece o kız değil, hepimize ders veriyor dizi. Uzun lafın kısası ağır dram içeren bir dizi. Zira etkisinden halen çıkmayı başaramadım. Kitabı da aynı şekilde.
Dizi müzikleri de efsane. Japonca olmasına rağmen ezberledim ama belki bu şarkıları böylesinde dinlememin sebebi de dizinin uyandırdığı karmaşık hislerdi.
Remioromen- Sangatsu Kokonoka
Remioromen- Konayuki
K-Only Human

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Film: Orange - Live Action

Bir live action ile karşınızdayım. Orange'ın mangasını okumadım fakat film oldukça etkileyiciydi bu yüzden sizinle paylaşmak istiyorum. Başrollerde Kento Yamazaki ve Tao Tsuchiya var. Yönetmenimiz de Kojiro Hashimoto.
 
Lise öğrencisi olan Naho (Tao Tsuchiya) bir gün gelecekteki kendisinden bir mektup alır.( İlk başta zaten burası biraz tuhaf geldi ama etkileyici kısım burası zaten.) Gelecekteki kendisi, geçmişteki kendisini uyaran bir mektup yazmıştır. Tabi kız bu mektubu okuyunca afallar. Her neyse, gelecekteki Naho, geçmişteki kendisini sınıfa gelecek olan yeni çocuğa dikkat etmesi konusunda uyarır ve öneleyemediği buruk bir olay hakkında bazı şeyler söyler . Bu olay da çocuğun annesinin
ölmesi maalesef. Neyse, sonra da Kakeru rolündeki Kento Yamazaki (bu nasıl sevimli bir surattır *-*) sınıfa girer. Asıl çocuğumuz olan Kakeru, biraz içine kapanık biridir. Naho'nun cana yakın arkadaşları vardır ve Kakeru'yu da gruplarına dahil ederler. Bu arada da Naho, Kakeru'dan hoşlanmaya başlamıştır. Daha sonra gelecekteki kendisinin mektupta onu uyardığı şeyler gerçekleşir. Bu mektup şeyinden falan Kakeru'nun haberi yoktur bu arada. Naho; Kakeru'nun, arkadaşlarından sakladığı bir gerçeği öğrenir filmin ortalarında.( En dramatik sahnelerinden biri.) Sonlara doğru ise işler sarpa sarıyor vee Kakeru'yu kurtarmaya çalışıyorlar çünkü canına kıymayı düşünüyor.


Filmin sonları çook duygusal bence. Paralel evrenlere ilgi duyuyorsanız kaçırmayın bu filmi derim. Hele filmin sonunda Kakeru'nun gözleri dolu bi biçimde bisikletle yokuş aşağı hızla gidişi ve sonrası... Zaten ben oraları yüreğim ağzımda izledim. Sıcak, farklı, etkileyici ve Kento'lu



2 Mayıs 2017 Salı

Dizi: Last Friends - Rasuto Firenzu

Bu da bir Japon dizisi. Beni etkileyen dizilerden biri. Özellikle 1 Litre Gözyaşı'nda oynayan masum ve yakışıklı Ryo'nun buradaki rolü insanı şoka sokan cinsten. Takeru rolünde Eita, Eri rolünde Asami Mizukawa, Michiru rolünde Masami Nagasawa, Sousuke rolünde Ryo Nishikido, Ruka rolünde Juri Ueno var. Bu arada bir gerçeği itiraf edeyim ki ben bu tuhaf film afişini görünce önyargıyla yaklaşmış ve diziye bayağı geç başlamıştım; önyargıyla izlemeyin. Dizide her türlü şeye dokunulmuş. Beni çok etkileyen sahneler vardı, belki sizi ağlatmayı başarabilir.



 Michiru adında saf ve güler yüzlü (kızı hep ezdiler güzel yavrumu.) bir kız var. Bunun annesi alkolik ve eve sevgilisini falan getiriyor ayrıca kızıyla da çok fazla ilgilendiği söylenemez. Sürekli kızından para istiyor ama öyle kızına bağıran çağıran biri de değil. Her neyse Michiru bu durumdan her ne kadar hoşlanmasa da annesi diye ses çıkarmıyor. (Hatta kız genel olarak ses çıkarmıyor; ilerleyen bölümlerde başına gelmeyen kalmadı.) Sonra bu Michiru'nun kibar ve yakışıklı bir sevgilisi var Sousuke adında. Sousuke'nin teklifi üzerine bu ikisi beraber yaşamaya başlıyorlar. Her şey çok güzel derken Sousuke gerçek yüzünü gösteriyor ve Michiru'ya karşı çok saçma sebeplerden ötürü şiddet uygulamaya başlıyor.( O sahneler aklıma geldikçe mideme kramplar girer.) Üstüne üstlük çocuk refah departmanında çalışıyor Sousuke. Ama Michiru onu çok seviyor ve sesini gene çıkarmıyor.


Bir diğer karakter erkeksi tavırlı ve görünüşlü, Michiru'nun eski kız arkadaşı Ruka. Ruka esasında Michiru'ya aşık fakat bu sırrını herkesten saklıyor . Ta ki Sousuke fark edene ve kızı taciz edene kadar. Sonra her yere kız hakkında yazılar yazıp kızın sırrını ifşa ediyor. (Hele Ruka'ya tecavüz etmeye kalkıp saldırdıktan sonra ve Michiru da bunu öğrendikten sonra kurduğu o kan dondurucu cümle, '' Ruka'ya hiçbir şey yapmadım. Sadece gururunu kırdım.'' böyle de bir psikopat.)


Sonra benim nedense en ısındığım karakter Takeru var. Takeru da Ruka'ya aşık. Küçükken yaşadığı bir olay sebebiyle karşı cinse sıcak yaklaşamıyor ve Ruka'dan gerçekten hoşlanıyor buna rağmen. Ayrıca acayip yardımsever bir insan.

Sonra Eri var. Çok sevimli bir hostes. Ses tonu da acayip güzel.
 Peki bu kişiler bir araya nasıl geliyorlar? Hepsi ortak evde oturuyorlar. Michiru Sousuke ile çok kavga edince buraya geliyor falan. Çok iyi bir dostlukları var bunların.


Benim en gerim gerim olduğum yerler Sousuke'li sahnelerdi. Hatta Sousuke gözükünce ekranda, böyle tuhaf bi metal şarkı başlardı ve ben bunu duyar duymaz strese girerdim. Ayrıca hemen ekleyeyim, bu dizide o saydığım her karakterin temsil ettiği şeyler var. Mesela Sousuke çelişkiyi, Michiru aşkı, Ruka kurtuluşu, Takeru ıstırabı, Eri de yalnızlığı simgeliyor.
 
Dizide beni en çok etkileyen şeylerden biri de önyargılara değinmesi oldu. Yani işte dizinin başında aşırı kibar ve tatlı olan Sousuke (İnsanın bir de kocasının böyle bir değişime girmesi ve aslında nasıl biriyle birlikte olduğunuzu sonradan acı bir şekilde öğrenmeniz daha da feci olur, Allah göstermesin.) ile dizinin sonundaki kendisinden beklenmeyen hareketler yapan ve her bölüm ayrı şoka sokup en son efsaneler efsanesi bir şekilde izleyiciyi bu ne şimdi gibi bir ifadeyle bırakan Sousuke arasında dev bir uçurum var. Ama her ne kadar diziyi izlerken ruh hastasıı diye söylenip dursam da son bölümlerde hayat hikayesinden biraz bahsedilince üzülmedim değil. Belki de annesiyle ilgili öyle anıları olmasaydı Sousuke de böyle biri olup çıkmazdı. Onun yanı sıra Takeru'ya da üzüldüm. Tabi genel olarak Sousuke'den bahsettim çünkü ne bileyim anlattım ya çok farklı bi karakter oturup ağlayasım var her neyse işte sebebi o yani. Bir de şu cümleyi kurmuştu Michiru'ya yazdığı veda ve intihar mektubunda, ''Seni nasıl seveceğimi bilmediğim için özür dilerim.''

Neyse uzun uzun yazdım ama atladığım çok yer var ama burada bırakmak en iyisi galiba. Sağlıcakla kalıın

Film: Mustafa Hakkında Her Şey- Çizgili Pijamalı Çocuk- Cinayet Günlüğü

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY ''Kimsiniz siz? Hayatımda ne işiniz var? '' (Mustafa hastanede Fikret'in annesine bağırırke...