12 Ekim 2017 Perşembe

Film: Kevin Hakkında Konuşmalıyız - We Need to Talk About Kevin

"Bir şeye alışmak onu sevdiğin anlamına gelmez. Sen bana alıştın."

Bu cümleyi annesine söylüyor Kevin. Etkileyici değil mi? Film karmaşık, yoruma açık ve duygusal ama tek cümlede hikaye kafamızda az çok şekillenebiliyor.

Lionel Shriver'ın yazdığı ve aynı adla Türkçe'ye çevrilen kitabın film uyarlaması bu. Henüz kitabı okumasam da filmi bu kadar etkileyiciyse kitabının da vasat olmasını bekleyemem. Baştan söyleyeyim, aile kurma, çocuk yapma, insan ilişkileri vs hakkında filmi izledikten sonra farklı fikirlere kapılabilirsiniz, farklıdan kastım pek de iyimser olmayan fikirler. Hatta kırmızı renginden soğuyadabilirsiniz, olası yan etkilerden bu ama yorum yapma açısından ufuk açıcı bir psikolojik-gerilim filmi olduğunu söyleyebilirim.

Film sondan başa doğru gidiyor, ama finalde olan olay kesit kesit gösterildiğinden en son kavrıyoruz neler olup bittiğini. Yani izleyicinin merakı her daim üst seviyede kalıyor. Tilda Swinton anne Eva rolünde. Rolüne ustaca bürünüyor keza onu izlerken film sizi alıp götürüyor ve etkisinden çıkamıyorsunuz bir süre.
Oğlu rolünde ise yine oyunculuğundan etkilendiğim Ezra Miller çıkıyor karşımıza.
Film sondan başlıyor demiştim. Önce neler olup bittiğini anlamasak da başa dönüyor sonra sondan bir kesit daha derken öyle akıp gidiyor. Kocasıyla mutlu bir ilişkisi var Eva'nın ta ki bir oğulları olana kadar. Anneliğe hazır olmadığından herhalde, oğluyla arasında her zaman bir duvar var. Yaptıkları, oğluna gösterdiği zorlama güler yüz, yapmacık. Kocası ise bunu anlamazlıktan geliyor ya da cidden fark edemiyor. Kevin hep annesini sinirlendirmenin peşinde adeta. 5-6 yaşlarına geldiğinde halen bez takıyor, tuvalete gitmeyi hep reddediyor. Her konuda Eva ile inatlaşıyor ve Eva hep karşılıklı bir ilgi beklediğinden çok zorlanıyor. Eva, Kevin'a yaklaşmaya çalışıyor ama hep sonu hüsranla bitiyor bunun derken bir gün Eva sinirleniyor ve Kevin'ı kaldırıp yere atıyor. Kolu alçıya alınıyor ve eve geldiklerinde çok ilginç bir şey yapıyor Kevin. Babası koluna ne olduğunu sorunca annesinin yaptığını söylemiyor. Annesi rahatlasa da ortada bir tuhaflık olduğu çok açık. Kevin şiddetten mi hoşlanıyor ya da aklından başka bir şey mi geçiyor bilmiyorum. Film yorumlamaya hep açık bu sahneleriyle. Neyse dönelim olaylara. Hep benzer şeyler oluyor aslında. Bir türlü yanaşamayan anne-oğul var ortada ama Kevin babasına daha sıcak davranıyor ve bu yüzden babası hiçbir zaman anne-oğul arasındaki bu anlaşmazlığı anlamıyor. Babası ve Kevin birlikte ok atıyorlar, eğleniyorlar ama Eva hep uzaktan izliyor. Ben Eva'nın da psikolojik yardım alması gerektiğini düşündüm hep. Sorunlar öyle basit değil çünkü. Kevin biraz uğraştırıcı bir çocuk ve Eva pek de sabırlı ve onun dilinen konuşan biri değil. Neyse zaman geçiyor ve tahmin ederiz ki bu yaramazlıkları ergenliğinde tavan seviyeye ulaşacak olan Kevin yakışıklı bir delikanlı olup çıkıyor. Bir tane de iyi huylu kız kardeşi olan Kevin bir gün kardeşinin evcil hayvanının ölmesine yol açıyor, sonra mutfak dolabının kilidini kimin açtığı belli olmasa da küçük kız lavoba açıcıyı buluyor dolapta ve nasıl yapıyor meçhul, gözü zarar görüyor. Bu yüzden hep göz bandıyla geziyor. Sonra bir gün annesi Kevin ile vakit geçirmek istiyor ve dışarı çıkıyorlar ama halen yol katedemiyorlar. Bu arada eklemediğim birkaç ayrıntı var: Kevin hep ona küçük gelen tişörtlerini giyiyor, geçmişi aklımıza süreklı getirmek istercesine ve bundan ayrı olarak da Kevin çok zeki bir çocuk. Belki de annesinin bu zorlama ilgisini fark ettiği için ona karşı kin güdüyormuş gibi davranıyor. Bir gün anne ve babasının ayrılmaktan bahsettiğini ve annesinin kız kardeşiyle ayrı yaşayacağını duyan Kevin öfkeleniyor. Ama istediğini almak için belki, çok vahşi bir plan yapıyor. Bir gün ona hediye olarak gerçek ok ve yay alıyor babası. İlerleyen günlerde de Kevin büyük bir kilit satın alıyor internetten, ailesine bisikleti için kullanacağını söylediği bu kilitle okulun kapılarını kapatıp içerdeki birçok kişiyi ok atarak öldürüyor. Ama öldürmeye öncelikle arka bahçedeki babası ve kız kardeşinden başlıyor. Okulun etrafı kalabalık, insanların feryatları içinde Eva yavaş yavaş kalabalığın arasından geçiyor ve oğlunu görüyor. Kevin, teslim oluyor,hapse atılıyor.


Olaylardan sonra yalnız ve aynı yerde yaşayan Eva insanlar tarafından zorbalığa uğruyor ama yine de taşınmıyor. Eski işine geri dönüyor ve orada da kötü tepkiler alıyor, evinin dışına birileri kırmızı boya döküyor, Eva insanlardan kaçıyor, kırmızı boyayı temizlemeye çalışıyor, iki yıl bunlarla geçiyor ama Eva oğlunu ziyaret etmeyi bırakmıyor.

Filmin son sahnesinde sarılıyorlar anne ve oğul. Annesi oğluna bunu neden yaptığını soruyor. Kevin, "Eskiden neden yaptığımı biliyordum ama artık bilmiyorum." diyor.

Eva'nın Kevin'ı iki kere ziyaret ettiği gösteriliyor ve iki sahnede de detaylar etkileyici.
Bazı yorumları okuduğumda filmin temasının Sigmund Freud'un oedipus kompleksine dayandığını söyleyenler olduğunu gördüm. Ben tamamiyle bununla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Yani anne-oğul arasında sevgisel bir çatışma, inatlaşma var, evet ama bence bu cinsel değil. Bu kompleksle ilişkilendirip film tamamen bununla alakalı diyemem ki zaten bu teori de bana bazı yanlarıyla garip gelmiştir.

Bu arada youtube'da değişik bir videoya rastlamıştım. Filmin etkileyici detaylara sahip olduğundan zaten bahsettim, videoda ise "eller" vardı. Biraz garip gelebilir ama hoş bence: We Need to Talk About Kevin Hands 

26 Eylül 2017 Salı

Uçurtma Avcısı - Ve Dağlar Yankılandı

Bu sefer farklı bir şey yapıp yazar ve birkaç kitabı hakkında konuşmak istedim. Halit Hüseyni diye okunuyor zannedersem adı, emin değilim, kendisi Afgan-Amerikan asıllı yazar ve doktor ve şu anda da oldukça popüler. Sürükleyici yazıyor ve anlatış tarzı sayesinde kendinizi olayın içinde hissedebiliyorsunuz. İlk romanı Uçurtma Avcısı. Filmini de izledim fakat kitaptaki duyguları tam olarak yansıtmıyor, o yüzden kitabını mutlaka okuyun. Her insanı derinden etkileyecek bir kitap bu ki şimdiye kadar çoğunuz da duymuşsunuzdur. Üç  kitabından bahsedeceğim ki zaten üçünün de birçok ortak özelliği var ama en çok Uçurtma Avcısı beni etkilediği için ona biraz daha yer verdim.

Kitapta dostluk, mezhep çatışmaları, ihanet, Afganistan'da terör, siyaset vs gibi birbirinden farklı konulara o kadar gerçekçi detaylarla değiniliyor ki şok oluyorsunuz adeta. Yumuşak kalpli insanlar için de biraz zor bir kitap olduğunu söylemem lazım.

Kitabı özet geçecek olursam şöyle ki, Emir ve Hasan adında iki dost var. Emir, Kabil'in zenginlerinden birinin oğlu ama annesi ölmüş ve babasından da pek ilgi göremiyor. Hatta ona yanaşmaya ve onun istediği bir evlat gibi olmaya da çalışıyor. Hasan ise Emir'in evinde çalışan birinin oğlu. Yaşları birbirine çok yakındı diye hatırlıyorum ve sürekli beraber vakit geçiriyorlar. Emir'in babası da Hasan'ın babasını çok seviyor. Derken kitabın adının geldiği uçurtma yarışları oluyor. Kitabın sonuna kadar malesef adı zikredilecek olan kötü bir karakter var Assef diye. Bunun babası da zengin ve kendisini tanımayan yok. Parayla şımartılmış bir ruh hastası olan bu çocuk o bölgedeki çoğu insan gibi Hazaralara kötü gözle bakıyor, Hasan bir Hazara ama Emir değil ve bu durum da biliniyor. Uçurtma yarışına geri dönersem yarış bitiyor ve Hasan ile Emir kazanıyor. Hasan da gökyüzünde süzülen uçurtmayı yakalamak için ara sokaklara doğru koşuyor. Assef yarışı kaybettiği için çok sinirli ve gidip Hasanların uçurtmasını alıyor. Hasan'a uçurtmayı vermeyen Assef bir de onu tehdit ediyor. Hasan vazgeçmiyor ve başına çok kötü bir olay geliyor. Assef tarafından tecavüze uğruyor ve Emir tüm olanlardan haberdar olsa da korktuğu için kimseye bir şey demiyor ki zaten de bu konu hiç açılmıyor. Bir süre sonra vicdan azabı dinmeyen Emir, çareyi onları evden göndermekte buluyor. Bunun için de Hasan'ı hırsızlıkla suçluyor. Zavallı Hasan nedendir bilinmez suçlamalara bir şey demiyor ve evden gidiyorlar. Ilerleyen zamanlarda Kabil'de durumların çok kötüleşmesiyle Emir ve babası Amerika'ya taşınıyorlar. Emir kimseye itiraf etmese de hiçbir zaman Hasan'ı o halde bırakışını unutamıyor.

Daha bir ton şey oluyor kitapta ama oralara değinmeyeceğim, beni çok etkileyen şeylerden biri, sonlara doğru vicdan azabını dindirmek için yanıp tutuşan Emri'in, Assef sapığının elinden Hasan'ın oğlunu kurtarması ve Assef'le öldüresiye kavga etmesi. Hasan'ın ölümü zaten çok kötüydü, onca şey yaşa, gene de "Emir'in evine giremezsiniz, izin vermem." diye diye öl. Hasan'a üzülemekten kitaba odaklanamadım bir ara zaten.

Bahsetmek istediğim diğer kitaptaki olayların da birazı Afganistan' da geçiyor, birazı da Fransa' da. Yanlış hatırlamıyorsam yazar, bu kitabı doktorluk mesleğini sürdürürken vakit bulduğu aralarda yazmış ve ortaya müthiş bir şey çıkarmayı başarmış. Evet, Ve Dağlar Yankılandı'dan bahsediyorum. Fakir bir aileden gelen iki Afgan asıllı kardeşin birbirinden ayrılmalarını anlatan, masallara, siyasete, kardeşlik bağlarına vs değinen bir kitap. Kitapta çok fazla ayrı hikayeye tanık oluyoruz; kafa karıştırıcı olabiliyor ama sonunda hepsi birbirine bağlanıyor. Para sıkıntısı çeken bir aile, küçük kızları Peri'yi Fransa'ya, ona annelik yapmak isteyen bir kadına veriyorlar. Bunalımda olan Fransız anne ile de Peri'nin araları yıllar geçtikçe açılıyor. Kendini oraya ait hissetmeyen ve artık yetişkin olan Peri, başka bir ailesi olduğunu öğreniyor ve abisi Abdullah'ı aramaya başlıyor.

Kitap çok duygusal ve kitabın başında anlatılan masal da çok etkileyici ama kitabın sonu buruk bitiyor, masallardaki gibi değil: İki kardeş birbirlerini çok sonra bulmayı başarıyorlar kitabın sonunda, fakat Abdullah hastalığı yüzünden çok sevdiği ve çok aradığı kardeşi Peri'yi hatırlayamıyor.

Kitapta parça parça hikayeler var demiştim ya beni çok etkileyenlerden birinde yüzü bir köpek tarafından parçalanan maskeli bir kız vardı. Kızın fotoğrafını çeken plastik cerrah Markos'un hikayesi yani. Bu şekilde birçok karakterin hayat hikayesini detaylı şekilde anlatıyor yazar.

Bin Muhteşem Güneş diye bir kitap daha var henüz okuyamadığım ve büyük umutlar beslediğim.

27 Ağustos 2017 Pazar

Anime Film: Whisper of the Heart

Studio Ghibli filmlerine merak sardığım bir ara izlemeye karar verdiğim etkileyici bir filmden bahsedeceğim bugün. İzlerken kendinizi adeta filmin içinde hissediyorsunuz, üzerine uğraşıldığını rahatça anlayabilmenizi sağlayan o arkaplan detayları, film boyunca çalan ve insanın diline dolanan şarkı (Country Road) ve bir gençlik aşkının öyküsü. Karakterlerimiz lise çağına gelmiş, o döneme has sorunların yanı sıra bir de başka şeyler yaşayan gençler.

-> Türkçe dublajlı halini hiç beğenmedim.

Shizuku Tsukishima kısa saçları olan kitapkurdu kız. Kaydolduğu kütüphaneden o yaz epey bir kitap bitirmeyi kafasına koymuş ama tuhaf bir şeyle karşılaşıyor. Kütüphanede aldığınız kitapların kapağının içine isminiz yazılıyor. Shizuku da aldığı tüm kitapların aynı kişi tarafından daha önceden okunmuş olduğunu görüyor: Amasawa Seiji. İşi rekabete bindiren Shizuku bu kişiyi çok merak ediyor ve onun okumamış olduğu bir kitap okumaya çalışıyor.

Shizuku'nun yakın arkadaşı var bir tane. Bir gün parkta buluşuyorlar ve Shizuku'nun yazdığı şarkıyı söylüyorlar. Shizuku'nun böyle geniş bir hayal gücü de var. Her neyse o sırada adını hatırlayamadığım bu yakın arkadaş, bir aşk itirafında bulunuyor. Başka bir sınıftan biri bu kıza aşk mektubu yazmış, kız henüz cevap vermemiş çünkü kendi sınıfındaki bir erkekten hoşlanıyor. Bu itirafı duyan Shiuzuku çok şaşırıyor çünkü arkadaşı sınıftan birini seviyor. Bir genç, Shizuku'nun bankta unuttuğu şarkı sözleri yazan kağıtları okuyor ve Shizuku da aklı başına gelince kağıtlarını almak icin geri dönüyor. Şarkısını okuyan genç ise şarkıyla alay edermiş gibi bir şeyler söyleyip ordan ayrılıyor.

Olayları parça parça veriyorum; az sonra birleştireceğim:)
Bir gün Shizuku trende tuhaf ve kendinden emin gibi görünen bir kedi görüyor ve onun indiği durakta iniyor. Kediyi, ilginç süs eşyalarının satıldığı gizemli bir dükkana kadar takip ediyor ve dükkan sahibi yaşlı adamla arkadaş oluyor. Dükkanda etkileyici bakışlı, ayakta duran ve takım elbiseli bir kedi heykelciği gören Shizuku, bu güzel şeyin satılık olmadığını ve adının Baron olduğunu öğreniyor. Derken merak sardığı bu dükkanda, parkta karşılaştığı ve sinir olduğu genci görüyor. Meğerse o genç, bu dükkan sahibinin torunuymuş. Arkadaş gibi bir şey oluyorlar, hatta o tuhaf kediyle bile oynuyorlar.

Gelelim Shizuku'nun aşkta kararsız kalan arkadaşına. Bir gün, bu kızın aslında önceden beri sınıftan hoşlandığı erkek, Shizuku'yu orman gibi bir yere çağırıyor ve ondan hoşlandığını söylüyor. Düşünün, Shizuku'nun en yakın arkadaşı birinden hoşlanıyor, o kişi de Shizuku'yu seviyor. Shizuku onu tabiki reddediyor. Tüm bu karmaşa yetmezmiş gibi başka karmaşık şeyler de yaşanıyor.

Shizuku okulda o dükkanda falan da gördüğü genci görüyor ve adını öğreniyor: Amasawa Seiji. Onun o çocuk olduğunu öğrenen Shizuku şok geçiriyor tabi. Her neyse, Shizuku ilk başta ondan hoşlanmasa da sonradan hep beraber takılmaya başlıyorlar. Seiji ve Shizuku dükkanda oturuyorlar ve Seiji ona nasıl keman yapıldığını öğretiyor. Ama Seiji kendini bu konuda da yeterli bulmayan biri ve Shizuku ona imreniyor bazen. Çünkü Seiji kendini verebileceği bir yetenek keşfetmiş ayrıca bunda da oldukça iyi.
Seiji yurtdışında iki ay kalmaya karar veriyor, keman çalmada onu sınayacak olan biri olacak ve eğer çok beğenirse yanında uzun süre kalmasına izin verecek. Seiji gittikten sonra kendinde arayışa çıkan Shizuku gittikçe derslerinden kopuyor ve derin düşüncelere dalıyor. Ne yapması gerektiği konusunda kafası karışık olan Shizuku, dükkandaki ihtiyarın da yardımıyla bir hikaye yazmaya başlıyor heykelcik Baron ve ayrılmak zorunda kaldığı sevgilisiyle ilgili yani Baron'un sevgilisi. Yemeden içmeden kesilip tamamiyle hikayesiyle ilgilenen Shizuku, okuldan kopması konsunda ailesinin de dikkatini çekiyor. O yaşlards hepimizin ilginç hobileri olmuştur, Shizuku da kendinde bir arayışa çıkıyor ve yazmaya veriyor kendini. En sonunda hikayesi, ihtiyar tarafından okunuyor ve çok beğeniliyor. Shizuku da derslerine geri dönmeye başlıyor.

Bir kış sabahı Shizuku cama çıktığında, sokakta Seiji ile gözgòze geliyor. Hemen onun yanına iniyor ve birbirlerini çok özlediklerini falan söylüyorlar. Yani Seiji sanırım sınavı geçemiyor ve iki ayın sonunda geliyor.
Filmin son karelerinde de Shizuku'dan hoşlanan o çocukla Shizuku'nun yakın arkadaşının yakınlaştığını görüyoruz.

Gençlik zamanlarına dair hoş ve çok gerçekçi detaylara sahip, güzel filmde çalan şarkılar: Country Road - Take Me Home

18 Ağustos 2017 Cuma

Film: Love Letter

Romantik/dram türünde eski ve içten bir Japon filmiyle geldim bu sefer. Filmin ilk yarısında sinir bozucu bir anlam karmaşası yaşasam da ilerleyen dakikalarda olayı çözebildim. Her şey anlam kazandıktan sonra da biraz garip, biraz romantik ve dramatik, samimi bir film çıkıyor karşımıza. Yönetmen, Shunji İwai. Miho Nakayama başroldeki kadını- ya da kadınları demeliyim- oynuyor, Takashi Kashiwabara filmde sürekli bahsi geçen ama kanlı canlı göremediğimiz karakteri oynuyor, Etsushi Toyokawa da bu kişilerin yakınını.
Bu kadın, Hiroko Watanabe, eşini yani İtsuki Fujii'yi bir süre önce kaybetmiş. İtsuki Fujii tırmandığı dağdan düşmüş, ölüm yıldönümünde de onu anıyorlar. Manzaralar bir kere enfesti. Bir an önce kışın gelmesini istiyor insan. Tabi o çekimler sırasında üşümüyormuş gibi duruyorlar bu da ayrı bir hava katıyor filme, yine de kış teması harika. Törenin ardından kayınvalidesinin evine giden Hiroko, orada eşinin ortaokul yıllığını bulur ve ortaokulu uzak bir yerde okuduğunu öğrenir. En sonda öğrencilerin adreslerini gören Hiroko da eşinin eski adresini not alır. Eşi ölmüş olsa bile oraya mektup göndermeye karar verir ancak artık oradan otoban geçiyordur.

 İtsuki'nin arkadaşı olan Akiba bir demircidir. Akiba ve Hiroko, mektup hakkına konuşurlarken Akiba onun hala eşini unutmadığını anlar ve onu öper. Ama aralarında daha fazlası olmaz. Tuhaf bir şekilde mektuba cevap gelir.Hiroko ve mektup arkadşı,birbirlerine nasıl olduklarını sordukları kısa mektuplar yollarlar. Hiroko kiminle mektuplaştığını bilmemektedir ama mektuplaşmayı da bırakmamakta ısrar eder. Akiba ona, mektuplaştığı kişinin mektubunda da İtsuki Fujii yazdığını ve mektubun o kişi dışında başkasına verilemeyeceğini çünkü o dönemde bu işlerin sıkı tutulduğunu söyler. Yani mektuplaştığı kişi ona şaka yapan ya da öylesine onunla mektuplaşan biri değildir, gerçekten İtsuki Fujii adında biridir ve bunu da kanıtlar. Sonra Akiba ve Hiroko o kişinin oturduğu yere gitmeye karar verirler ama oradan bir otoban geçmektedir yani ev falan olamaz. Nihayetinde Hiroko aslında İtsuki Fujii adında, eskiden eşiyle aynı sınıfta olan bir kızla mektuplaştığını anlar. Yıllıktan yanlışlıkla isim benzerliği yüzünden o kızın adresini almıştır. Eşinin eski evi ise gerçekten yıkılmıştır. Kızın evine giderler fakat kız o sırada evde değildir. Hiroko da kıza, eşinin öldüğünü, yanlışlıkla ona mektup yazdığını falan anlatır. Kız da adaşı olan sınıf arkadaşını hatırladığını söyler ve bunlar sürekli birbirlerine yazmaya başlarlar.

Şimdi biraz kız olan İtsuki Fujii'den bahsedeceğim. Bir kere hem Hiroko'yu hem de bu kızı aynı kişi oynuyor ve zaten filmin sonlarında birbirlerine ikiz kadar çok benzediklerini fark ediyorlar. Filmde sevmediğim nokta da başlarının çok karışık olmasıydı. Tamamen aynı gözüküyorlardı ve filmin bir kesitinde Hiroko, bir kesitinde İtsuki gösterilince insanın kafası allak bullak oluyordu. Her neyse, İtsuki ve İtsuki aynı sınıftalar ve aynı ad ve soyada sahip olduklarından alay konusu olup duruyorlar hatta bayağı nam salmışlar. Kız olan İtsuki hep utanıyor ama çalışkan da bir kız, erkek olan da yani Hiroko'nun eşi çok yabani biri. Sınıf da onları kütüphane koluna seçiyor. Erkek olan İtsuki hep tuhaf kitaplar alıp bir köşede okumaya çekiliyor, sonra masabaşında oturan kız olan İtsuki'den her kitap icin kart istiyor. Her karta İtsuki Fujii yazıp okuduğu kitapların arasına bırakıyor çocuk. Erkek olan İtsuki sürekli bir şeyler karalayan, soğuk yani yabani bir tip. Hiroko'nun da bazı anılarını dinliyoruz filmde, oralar gerçekten çok komik. Ama filmin sonu bende şok etkisi yarattı biraz diyebilirim. Her neyse kızlar mektuplaşıyorlar ve İtsuki, Hiroko'ya eski sınıf arkadaşı olan İtsuki'yi anlatıyor. Bir gün Hiroko, İtsuki'den o okulun bazı yerlerinin fotografını çekmesini istiyor. İtsuki de okula hazır tekrar gelmişken gezineyim biraz deyip eski sınıf öğretmeniyle karşılaşıyor. Beraber kütüphaneye geçiyorlar derken oradaki ortaokul ögrencisi olan birkaç kız yanlarıns geliyor. Ögretmen, kızlara İtsuki'yi tanıtınca kızlar gülmeye başlayıp, "Soyadı da Fujii mi yoksa?" diyorlar.İtsuki afallıyor ve nerden bildiklerini soruyor. Zamanında kitapların içine ismini yazdığı kartları bırakan (erkek)İtsuki meğerse sonradan meşhur olmuş ve kim daha çok kart bulacak diye kızlar oyun oynamaya başlamışlar. Kız olan İtsuki bunu duyunca şaşırıyor ve gülümsüyor. Sonra kızlardan biri, "Bu çocuk her yere senin adını yazdığına göre sana aşıkmış." diyor. İtsuki ise açıklama yapamadan kızlar gülmeye başlıyorlar

Aradan biraz zaman geçiyor. Bir gün İtsuki'nin kapısı çalıyor, gelenlerse kütüphanedeki kızlar. İtsuki onları görünce şaşırıyor, kızlar ona beyaz kapaklı bir kitap veriyorlar. Bu kitap, erkek olan İtsuki'nin o okulda okuduğu ve kız olan İtsuki'ye verdiği son kitap, çünkü sonra taşınıyor erkek olan İtsuki. Neyse, kızların bu kitabı neden kendisine getirdiğini anlamayan İtsuki, içindeki o artık klasikleşmiş olan kartı görüyor. Birden kartın arkasını çevirince karakalemle, erkek olan İtsuki tarafından yapılmış kendi resmini görüyor.
Hiroko da bunu zaten tahmin etmişti. Kız olan İtsuki ile birbirlerine ikiz kadar benziyorlardı, eşi zamanında İtsuki'den hoşlandı ama ona açılmadı, sonra karşısına hoşlandığı kıza bu kadar benzeyen Hiroko çıkınca, duyguları ona yöneldi. Filmin bu kısmı cidden çok tuhaf, insanın içi bir tuhaf oluyor.
Miho Nakayama'nın oyunculuğunu çok beğendim. En sondaki "Ogenki desu ka?","Genki desu." sahnesi de ayrı güzeldi.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Dare Mo Shiranai Gerçekleri

Bu film hakkında yazmıştım daha önce, eğer onu okuduysanız orada filmin senaryosunun gerçek bir olaydan uyarlandığından bahsetmiştim. Bu benim kafamı çok kurcaladı ve araştırmaya başladım. Türkçe kaynak olmadığından ya da ben bulamadığımdan yabancı kaynakları çevirdim ve olay hakkında bir şeyler öğrendim. Filmde anlatılanı kabaca özetlersek her birinin babası farklı olmak üzere anneleri tarafından terk edilen dört kardeşin yalnız başına hayatta kalma çabası ve en küçük kardeşin filmin sonunda hayatını kaybetmesi diyebiliriz. Filmden fazlaca etkilenmem de gerçek olayı araştırmam için yeterli bir sebepti. Ancak film 2000li yılların başlarında çekilmiş, olay ise 1988'de gerçekleşmiş yani kaynak bulmakta bayağı zorlandım. Birkaç farklı yabancı site daha olmakla birlikte en çok revolvy.com dan yararlandım.

Olay, "affair of the four abandoned children of Sugamo" olarak geçiyor. Yani Sugamo(Japonya'da bir yer)'nun terk edilmiş dört çocuğunun olayı. Filmdeki gibi dört değil başta beş çocuk var. Çocukların isimleri ya da neye benzedikleri baktığım  hiç bir sitede yer almıyordu, çocuklar A,B,C,D ve E olarak isimlendiriliyor. A 1973'te, B 1981'de, C (doğduğu yıl ölüyor, o yüzden genel olarak dört çocuktan bahsediliyor.) 1984'te, D 1985'te, E de 1986'da dünyaya gelmiş. Anneleri 1987 yılında kendine yeni bir sevgili buluyor ve ortadan kayboluyor. Nisan 1988'de E, A'nın iki arkadaşı tarafından saldırıya uğruyor. Küçücük kıza neden saldırıyorlar bilinmez ama E, hayatını kaybediyor. Filmde ise küçük kız sandalyeden düşmüş ve bir daha kendine gelmemişti ki zaten yetersiz beslenme vs sorunları da vardı. Her neyse aynı yılın Temmuz ayında ev sahibi çocukların evine geliyor ve yalnız yaşadıklarını öğreniyor. Eve gelen Sugamo yetkilileri ciddi derecede yetersiz beslenme ile karşı karşıya kalan çocukları, bir de C'nin cesedini buluyorlar.
Haber ses getiriyor ve 23 Temmuz'da anne ortaya çıkıyor. (Çocuklar 9 ay yalnız yaşamış.) E'nin cesedi bulunamıyor. 25 Temmuz'da A'nın tanıklığı ile E, A'nın arkadaşı tarafından öldürülüp, Chichibu'ya A ve onun diğer arkadaşı tarafından da gömüldü. Küçük kızın ölümüne karıştıklarından A'nın iki arkadaşı da ıslahevi gibi bir yere gönderildi.
Ağustos 1988'de anne, çocukları terk ettiği için suçlandı ve hapis cezası aldı. Muhtemelen A, kardeşi ölürken orada değildi, arkadaşına gömme işinde yardım etti, cesedi orada bıraktığı için suçlandı A. Koşullar göz önüne alınarak A, ıslahevi tarzı bir yere gönderildi.
Annenin hapis cezası bittikten sonra iki kızına kavuştu ama devlet çocukları yine annesine vermiş.
Ne kadar doğru ne kadar yanlış kesin bilemem ama topladığım bilgiler bu kadar.

30 Temmuz 2017 Pazar

Film: Nobody Knows - Kimse Bilmiyor

Yine eski bir dram filmiyle karşınızdayım. Bu film, gerçek bir hikayeden uyarlanmış ve hava kapalıyken izlediğinizde efsane derecede etkileyici oluyor, en azından benim için. Yönetmen, Hirokazu Koreeda. Gerçekte olayı anlattığım yazıma göz atmayı unutmayın, Dare Mo Shiranai Gerçekleri~

Babaları farklı dört çocuk ve başlarında da sorumluluk sahibi olmayan ve bencil bir anne var. Ev sahibinin küçük çocuk istemediği bir eve, en büyük oğlu olan Akira (12) ile ve diğer çocuklarını koyduğu bavullarla taşınıyor, ev sahibi orada sadece iki kişi yaşıyor sanıyor. Kadın kendisine sürekli yeni manitalar yapan ve birkaç hafta içinde çocuklara biraz para bırakıp geleceğini söyleyip onları terk ederek insanı delirten cinsten biri. Hatta Akira annesinden bile daha fazla sorumluluk sahibi bir çocuk.Tüm yük Akira'nın küçük omuzlarına biniyor, tüm bunlar olurken bir yandan çocukluğunu yaşamaya çalışıyor Akira. İlk başlarda güzel idare etseler de para zamanla azalıyor. Yanlış hatırlamıyosam anneleri bir kere daha para gönderiyor, hediye falan alıyor ama bir daha da kadına ulaşılamıyor. Ev kirası, faturalar, yiyecek içecek, kıyafet vs ihtiyaçları derken Akira kendini kardeşlerinin babalarından para isterken buluyor. Hepsi de farklı ve alakasız kişiler, ayrıca çocuklarını görmeye gelen bile yok içlerine. Yani sizin anlayacağınız çocuğu ölse ruhu bile duymaz bunların. Bir süre sonra Akira kendine yeni arkadaşlar ediniyor ve beraber Akiraların evinde playstation oynuyorlar ama bu çocuklar okula gidiyor ve maddi durumları çok daha iyi. Sonrasında da zaten Akira ile arkadaşlıklarını kesiyorlar.

Suları kesilince parktaki çeşmede temizleniyorlar, bitki tohumu topluyor çocuklar. Bu süre zarfında yanlarında olan, Akira'dan bir-iki yaş büyük bir kız var. Kız da onlara ara sıra yardım ediyor, bir şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Film boyunca halinize şükredeceğiniz birçok bölüm gelecektir muhtemelen, zaten filmde bazı detaylar var ki dikkatli izlendiğinde yürek burkuyor.
Kardeşlerden en küçüğü olan Yuki'den bahsedeyim biraz. Dört-beş yaşlarında, çok sevimli ve annelerinin onları terk ettiğini anlamayıp neyle boğuştuklarının farkında olamayacak kadar minik bir kız. Olan da ona oluyor zaten. Bir gün, Akira evde yokken Yuki sandalyeden düşüyor. 11 yaşındaki ablası da ne yapacağını bilemiyor çünkü Yuki bayılıyor. Bu kız yani
Kyoko ile ilgili de bir detay paylaşıcam, hep piyanosu olmasını istiyordu ve para biriktiriyordu. Evdeki oyuncak piyanoyu çalıyordu sürekli ama paraya çok ihtiyaçları olduğu için biriktirdiği tüm parayı Akira'ya verdi; işte böyle de hayal kurmaları bile soruna dönüşen çocuklar olmak zorunda kalıyorlar. Her neyse Akira eve gelince Yuki'nin öldüğü anlaşılıyor.
Akira'dan büyük olan kız ile Akira, küçük kızın kaskatı bedenini bir bavula koyuyorlar ve yanına da en sevdiği çikolata toplarından birkaçpaket bırakıp bavulu kapatıyorlar. Her zaman havaalanını ve uçakları merak eden Yuki'yi, havaalanının karşısında bir yere gömüyorlar. Hiç kimse konuşmuyor, hüzünlü müzik bile çalmıyor, her şey sessizlik içinde oluyor. Zaten film boyunca çok da fazla diyalog yok. Yuki'yi gömdükten sonra sabaha karşı trene binip eve dönüyorlar.
Böyle bir film işte. Bitince insan kendini bir tuhaf hissediyor, ama ben dram filmi izlemeyi nedense seviyorum, günlük hayatta yaşadığım stres ve üzüntü yetmiyormuş gibi. Her neyse dram filmi severleri için iyi bir film. Bu arada Akira'yı canlandıran çocuk ödül almış.

29 Haziran 2017 Perşembe

Film: Confessions- Kokuhaku(İtiraflar)

Çok tuhaf ve etkileyici bir intikam filmiyle karşınızdayım bu sefer. Tetsuya Nakashima' nın yönettiği psikoloji gerilim türündeki filmde Ai Hahimoto oynuyor ki bu zaten filmi izlememde geçerli bir nedendi. Sonradan filmin akışına kapıldım orası ayrı.

 Moriguchi Öğretmen her zamanki gibi sınıfına girer, dersi pek iplemeyen 6. sınıf öğrencilerini şaşırtarak artık okuldan ayrılacağını söyler ve başlar sebebini anlatmaya. (Bu kısım filmde epey bir yer kapsıyor.) Bu kadının kocası HIV virüsü kapmıştır ve kızları olduğu zaman aids e yakalandığını öğrenir. Bu hastalık yüzünden kızının özellikle ruh sağlığını koruma amaçlı ona yaklaşmayacağını söyler karısına. Adam kısa zaman içinde de ölür. Dul öğretmen toplantı olmadığı zamanlarda kızıyla beraber eve dönerken eğer okulda toplantı varsa kızını aşağıya revire bırakır. 4 yaşlarında çok sevimli olan bu kız, bazen okulun havuzunun kenarından geçerek hemen yan taraftaki evin köpeğini bahçeden beslemektedir. Yine böyle bir akşam toplantı bitiminde öğretmen kızının yanına döner fakat onu yerinde bulamaz. En sonunda kızın ölüsünü okulun havuzunda bulurlar. Öğretmenin anlattıklarıyla sınıf pür dikkat ona odaklanır. Öğretmen kızını iki kisinin öldürdüğünü ve onların da bu sınıfta olduğunu söyler. Bu esnada da sınıftaki herkes öğretmenin dağıttığı sütü içmekte. Ögretmen herkes bitirince diyor ki, "İki kişinin sütüne eşimin HIV virüsü taşıyan kanından ekledim," diyor. Çocuklar dehşete düşüyorlar.(Filmde devamlı olarak itiraflar yapılıyor ölüm olayıyla ilgili, yani ismi burdan geliyor.) İki kisiye A ve B diyen öğretmen cinayetin detaylarını kendince bulduğunu söyler ve anlatır. A, profesör olan annesi tarafından terk edilmiş, ilgi görmek isteyen ve annesi gibi çok zeki bir çocuktur. Dokunan kisiye elektrik veren bir alet tasarlar ve bir cüzdanın içine yerleştirip bunu öğretmeni üzerinde dener. Hafif bir şekilde elektrik carpmaktadır. Bu çocuğun daha öncesinde sokak hayvanlarını öldürdüğünü bilen ögretmen çocuk için endişelenmektedir ama çocuk bir yarışmaya katılır ve ödül alır. Belki annesi onu görecektir çünkü gazetelere bile çıkmıştır. Fakat aynı gün tüm aile bireylerini zehirleyip öldüren kendi yaşlarında bir kızın haberi  yayınlanınca çocukla ilgilenen olmaz ve çocuk buna çok öfkelenir. Bir plan yapar ve yanına B'yi çeker. B, annesinin tek çocuğu ve derslerinde başarılı sayılmayan bir çocuktur. Çok uğraşmakta ve bunalıma girmektedir ama özünde zararsız biridir. B ve A cüzdanı ögretmenin üzerinde denemeye karar verirler ve zaten A öğretmene karşı kin besliyordur.(Bir replik vardı etkilendiğim, çocuk kapının yanından öğretmenine bakıyor ve "Pat." diyor. Öğretmen ona dönüp "O neydi?" diye soruyor. "Değer verdiğiniz bir şeyin yok oluş sesiydi." diye yanıtlıyor çocuk. Her neyse bu küçük kıza sevimli bir cüzdan alıyorlar ve içine elektrik veren aleti yerleştirip kıza veriyorlar. Kız yere düşüyor ve bayılıyor, B kızın öldüğünü zannediyor. A da ona "Herkese benim yaptığımı söylersen seni suçlamazlar." diyor çünkü çocuk tam ilgi manyağı. Ama B havuzda boğulma süsü verip kızı havuza atıyor ve kïz boğuluyor. Çocuk hukukunun korumaya aldığı çocuklardan öcünü alamayan ve adalet isteyen çılgın öğretmen de enfes bi intikam planı hazırlıyor ve okuldan ayrılıyor. Yeni dönem başlıyor ve B bir daha okula gelmiyor. Akli dengesine kaybediyor ve kimseyle görüsmüyor, çıglık atıyor ve kesinlikle annesinin kendisine dokunmasına müsaade etmiyor. Zavallı annesi bir şey yapamıyor ve aslında çocuk aids e yakalandığını zannettiğinden annesinden uzak duruyor, yanlıslıkla da annesini öldürüyor. B ise o sıralarda sınıf başkanı Mizuki ile ilişki yaşıyor, bunun başlangıcı da sınısftakilerin onları zorla öpüştürmeleri. Mizuki aynı zamnada ailesini zehirleyen manyak çocuk ve bu yüzden bu ikisi iyi anlaşıyorlar. A, ters bir zamanında Mizuki'yi öldürüp buzdolabına koyuyor. (Böyle manyak ve tuhaf bi film işte ama sürükleyici, saçma yerleri olmakla birlikte.)
Neyse ondan sonra A bir gün annesinin laboratuvarını mı ne buluyor yani annesine ulaşacak en sonunda. Kendi icatlarından bahsedip oradaki yetkili kişiye ulaşıyor ve gidiyor annesin yanına. Ama annesini orada bulamıyor. Belaya bulaşmaya meyilli olan A, telefonuyla kontrol edebildigi bir bomba tasarlıyor ve okulda tören yapılacağı gün patlatmak üzere kürsünün altına yerleştiriyor onu. (Ben A ve B'nin isimlerini hep karıştırdığımdan sizin de kafanızı daha fazla karıştırmamak ve daha rahat yazmak için A, B diyorum.) O gün geliyor, hem kendisini hem de herkesi havaya uçurmak için kürsüye kpnuşma yapmaya çıkıyor ve telefonundan bombayı patlatacak tuşa basıyor. Ama hiçbir şey olmuyor. O sırada eski ögretmeni bunu telefondan arıyor.
Aslında bu çocuk yetkili kişiyle konştuğunu zannedip annesinin yanına gittiğinde kimsenin bundan haberi yokmuş yani aslında öğretmen çocuğu kandırmış. Annesinin en büyük zaafı olduğunu öğrenince bunu kullanmaya karar veren ögretmen bu şekilde ondan intikam alıyor: Çocuk telefonundan patlatma tuşuna bastığında annesinin çalıştığı odada bir bomba patlıyor, öğretmen de çoktan kürsünün altındakini etkisiz hale getirmiş. Çocuk farkında olmadan annesini öldürüyor, öğretmen intikamını almış oluyor.

Fazlasıyla tuhaf ve sürükleyici bir film, hassas bir mideye sahip olanlar için pek yararlı değil bence :)
Dizide çalan Radiohead grubunun enfes şarkısı: Last Flowers

7 Haziran 2017 Çarşamba

Anime Film: Ateş Böceklerinin Mezarı

Anime izleyen birisinizdir belki. Ya da animelere ön yargıyla yaklaşıp çocukça buluyorsunuzdur onları. Ama bu film ön yargılarınızı, izlerken dökeceğiniz gözyaşlarıyla silmenizi sağlayacak kadar etkileyici bir Studio Ghibli filmi. Film veya kitap konularında zor gözyaşı döken biri olarak beni bile ağlatan bu filmin duygusal biriyseniz sizi çok etkilemesi yüksek bir ihtimal. O yüzden başlıyorum anlatmaya.


Film bir tren istasyonunda, zemine kıvrılmış yatan, yırtık pırtık kıyafetli, zayıf bir gencin gözükmesiyle başlıyor. Gencin elinde küçük metal bir kutu var. Bu kutuların içinde renkli meyveli şekerler satılıyor normalde. Neyse işte bu gence aldırış eden de yok. Yatıyor derken de ölüyor oracıkta. Oradaki görevliler de onun gibi gençlerden şikayetçiler. Söylene söylene yanına geliyorlar bunun. Ölmüş zaten, tam götürecekler ki elindeki kutuyu görüyorlar. Kutuyu da söylene söylene dışarı, otların arasına fırlatıyorlar. Birden ateş böcekleri çıkıyor otların arasından ve çok sevimli minik bir kız gözüküyor. Elinde o kutu ve içinde de şeker var. Sonra o ölen çocuk iyi giyimli bir şekilde yanına geliyor ve elini tutuyor o kızın. İkisi gülümsüyorlar. Tabi bunları kimse görmüyor çünkü ikisi de hayatta değil. Böyle başlıyor film. En sondaki sahne en başa alınmış şekilde yani.


Hotaru no Haka ya da Ateş Böceklerinin Mezarı adlı bu film gerçek bir hikayeye dayanmakta. 2. Dünya Savaşı zamanlarının Japonya ' sında geçiyor anlatılanlar. Kobe bombalanıyor. 12 yaşlarında bir abi ve kendisinden çok küçük olan kızkardeş bombalanma sırasında annesiz kalıyorlar ve etraf dökülürken kaçıp canlarını kurtarmayı başarıyorlar. Kızın annesinin öldüğünden haberi yok. Abisi de sığınaklara ulaştığında annesinin cesedini görünce öğreniyor. Çocukların babası da uzak bir yerde denizci. Arada para falan gönderiyor. Teyzeleri de sırf bu para için çocukları yanına alıp sözde onlara bakmaya başlıyor.


İlk zamanlar her şey güzel gidiyor. Abi kardeş beraber denize gidiyorlar, beraber uyuyorlar ve zaten teyzelerinin evinde kaldıklarından başlarını sokacakları bir ev var. Ama teyzeleri bir süre sonra farklı davranmaya başlıyor. Çocuklar babalarının öldüklerini öğreniyorlar ve teyze de bunu duyunca yani para gelmeyeceğini anlayınca bozuluyor. Savaş zamanı kıtlık var ve yemek bulmak da zor. Hem bu iki çocuk da çalışamıyor. Hadi abi biraz çalışabilir ama onun da yaşı küçük. İlk önce sözlü olarak bu durumdan şikayetçi olduğunu belirtiyor teyze. Ekmek elden su gölden yaşamalarından rahatsız oluyor. Sonra da yemekte sıkıntı çıkmaya başlıyor. Bir gün de bu teyze küçük kıza annesinin öldüğünü söylüyor. Abi, kardeşini ve birkaç parça eşyasını toparlayıp evden ayrılıyor. Başka bir yerde kalacaklarını söylüyor teyzesine. Paraları da olmadığından bir göl kıyısında çıkıntılı bir yerin aşağısındaki küçük geçidi kendilerine ev ediniyorlar. Çocuk çalışıyor ve kardeşine bakıyor bir süre. Kaldıkları mağaramsı yer de geceleri çok karanlık olduğundan aydınlatma için ateş böceği kullanıyorlar. Küçük kız bunları çok seviyor. Gece yattıklarında ateşböcekleri her yerde gezip ışık saçıyorlar falan. Ama sabaha ölmüş oluyorlar. Kız da bunları toplayıp gölün kıyısında bir yere gömüyor üzülerek.


Aradan geçen zamanla bu çocuklar hastalanmaya başlıyorlar. Düşünsenize, ne düzgün temizlenebiliyorlar, ne düzgün yiyip içebiliyorlar ne de kaldıkları adamakıllı bir yer var. Genç, kardeşini doktora götürüyor bir gün çünkü kızcağızın sırtında yaralar çıkmaya başlıyor. Doktorsa düzgün beslenmesi gerektiğini söylüyor. Çocuğun elinden hiçbir şey gelmiyor ki. Hırsızlık yapıyor çocuk ama bu da nereye kadar. Ama kardeşine o çok sevdiği meyveli şekerlerden alıyor. Şekerler bitince kız kutuya su doldurup o aromalı tatlı suyu içiyor falan. Neyse bir gün bu çocuk yemek bulmayı başarıyor hem de uzun zamandır pek bir şey yiyemediklerinden bulduğu yiyeceklerle kardeşi de kendisi de bayağı toparlanır diye düşünüyor. Mağaramsı yere, kardeşinin yanına geliyor. Yiyecekleri hazırlamaya başlıyor. Ama kız o kadar zayıf ve bitkin bakıyor ki. Elinde de hep o kutusu var. Abisi de aceleyle karpuz kesiyor, kardeşi de yere uzanıyor. Çocuk tam yemekleri hazırlamışken küçük kız uzandığı yerde ölüyor.


Olayların bildiğim kadarıyla gerçeğe dayanma kısmı da şu şekilde:
Akiyuki Nosaka abimizin annesi o çocukken vefat ediyor ve babası da Savaş zamanı ölüyor. Evsiz
falan kalıyorlar ve gene filmdeki gibi kardeşi açlıktan ölüyor. Bir yerden okuduğuma göre de filmde kendisini canlandıran Abi Seita karakterinin kardeşine gösterdiği aşırı ilgi ve filmin sonunda bu çocuğun akıbetinin böyle olması bir nevi Akiyuki Nosaka'nın vicdanını rahatlatmış çünkü gerçekte kız kardeşine o kadar bakamamış ve filmde kendini öldürüyor en sonda.


-Film bitince gayet boşlukta ve durgun ve kızgın hissediyor, ıslak bluzunuza veya peçetelerinize bakıp daha da bir üzülüyorsunuz veya birçok insandan daha iyi şartlarda yaşadığınız için şükrediyor ve o insanlar için içinizin ezildiğini hissediyorsunuz veya filmin detaylarını araştırıyorsunuz veya filmi tekrar izliyorsunuz ama önünde sonunda bol acı var.-
*muhteşem film müziği: Mamiya Michio- Hotaru no Haka

26 Mayıs 2017 Cuma

Kitap: The Goose Girl (Kaz Çobanı)- Shannon Hale

Grimm Kardeşler'in bir sürü masalından sadece bir tanesi olan Kaz Çobanı pek bilindik değil, en azından Pamuk Prenses kadar meşhur değil. Ben küçükken bu masalı biliyordum ama Shannon Hale, kendi tarzıyla masalı biraz değiştirmiş. Psişik güçler, arkadaşlık, aşk ve ihanetin geçtiği sürükleyici ve bir o kadar da etkileyici bir roman ortaya çıkmış. Sarıkız efsanesinin bazı kısımları da bu masala benziyor.


Bayern Serisi'nin kitapları sırasıyla: The Goose Girl(Kaz Çobanı), Enna Burning(Ateş Kız), River Secrets, Forest Born


Serinin son iki kitabı ne yazık ki Türkçe'ye çevrilmemiş. 
Kitap kapaklarındaki fotoğraflar Juliana Kolesova'dan. Fotoğraflı kapaklar dışında birbirinden hoş kapak tasarımlari var.

Şimdi biraz içerikten bahsedeceğim. Anidori Kiladra Talianna Isilee adında bir prenses doğuyor Kildenree'de. Kızın annesi kraliçe kızıyla fazla ilgilenmiyor, Ani ile genelde ormanda yaşayan teyzesi ilgileniyor. Bu kadın Ani'ye insanlarda üç hüner olabileceğinden bahsediyor. Hayvanlara konuşma, insanlarla etkili konuşma ve doğayla konuşma diye. Ani o zamandan itibaren bunlara meraklı ve farklı bir çocuk olarak yetişiyor. İnsanlarla iletişimi sıkıntılı fakat kuşlarla konuşmayı başaran bir kız oluyor. Annesi bu durumdan o kadar rahatsız oluyor ki böyle birinin veliaht olup da tahta geçmesinin ülke otoritesinin sağlanamayacağı anlamına geldiğini düşünüp Ani'ye bu tür şeylerin deli saçması olduğunu söylüyor. En sonunda da Ani'nin yerine onun erkek kardeşini tahta geçirmeye karar veriyor ve Ani'yi Bayern'e gelin olarak yolluyor. Selia adında bir kız var, Ani'nin saraydan tek arkadaşı ve bu kız nedimenin kızı. Ani'den iki yaş büyük, görünüşleri kısmen benziyor zira Kildenree denen diyarda, insanlar genellikle açık renk tenli, açık renk saçlı filan oluyorlar. Ama Bayern'de durum tersi.


Neyse işte, Ani'nin teyzesi ölüyor bir süre sonra. Ani büyüyor ve güzelleşiyor. Ani'nin küçük yaşlardan beri sahip olduğu bir atı var Falada diye. Bunlar konuşabiliyorlar ama yani öyle sesli bir şekilde değil. Ani çok küçükken, Falada'nın doğumuna tanık oluyor; aralarında çok özel bir bağ var ve iletişim kurabiliyorlar. Bir gün babası ve Ani at binmeye gidiyorlar. Babası orada bir kaza geçirip
ölüyor. Yas zamanının ardından Ani'nin annesi Ani'yi Bayern'e gelin olarak yolluyor. Ne Ani adamın suratını görmüş ne de adam Ani'yi biliyor. Hem iki ülke arasındaki sorunlar bu şekilde kapanır düşüncesiyle annesi Ani'yi yolluyor. Selia, Ani ve 4o civarı kişilik kafile üç aylık bir yolculuğa çıkıyorlar. Talone adında orta yaşlı ve ülkesine sadık bir komutanları var. Kafilede Ungolad gibi paralı askerler de var. Yolculuğun ilk günleri iyi geçiyor. Ama bir süre sonra Ani, Selia ve Ungolad'ın arasında bir şeyler olduğunu seziyor. Birkaç hafta içinde Selia'nın davranışları değişiyor. Selia, Ani'yi iplememeye ve sanki onu alaya alıyormuş gibi davranışlar sergilemeye başlıyor. Ani ise sesini çıkarmıyor. Bir gün Ani, Selia'yı prenses elbiselerinden birini üstüne tutup denerken buluyor. Sonra onun yanına gidiyor. Selia da o zaman içinde tuttuğu her şeyi kibirli ve asabi bir tavırla anlatmaya başlıyor. Ani'nin sahip olduklarının kıymetini bilmediğinden ve Ani'yi ne çok kıskandığından bahsediyor. Sonra da Ani'ye ''Size meydan okuyorum, hadi bana haddimi bildirin.'' diyor. Ani tabi şok oluyor. Ungolad da bunun yandaşı ama sadece Ungolad mı... Bunlar isyan ediyorlar ve kafiledeki birçok asker Selia'yı prenses olarak gördüklerini falan söylüyorlar. Selia zaten Ungolad'ı parmağında oynatıyor. Savaşıyorlar ve Ani kaçmaya çalışıyor. Ungolad onu yaralıyor ama Ani onun elinden kaçıp Bayern'de bir orman kadının evine sığınıyor. Aradan biraz zaman geçiyor. Ani Selia'nın kendisini Kildenreeli prenses olarak tanıttığını öğreniyor. Ani buna itiraz edip gerçeği söylemeye kalksa kimse ona inanmaz diye Ani kaz çobanı olarak işe başlıyor ve sonraki yıl memleketine dönecek kadar para biriktirmeye karar veriyor. Bu arada hep saçlarını gizliyor kimse anlamasın diye.
 İşçierin ve çobanların kaldığı küçük odalar var. Ani orada yaşıyor. Ani diğer çobanlarla tanışıyor ama kimliğini hep saklı tutuyor. Sadece oradaki çalışanlardan biri olan Enna'ya anlatıyor. (Ateş Kız adlı kitabın da baş karakteri Enna.


Şimdi yürek parçalayan kısma geliyorum. Ani Falada'nın saraya getirildiğini ama delirdiğini öğreniyor. Eski dostunu çok özleyen Ani bir gece gizlice saray ahırına giriyor ama Falada onu tanımıyor. At Ani'ye saldırıyor, Ani kaçıyor. Sonra Selia Falada'yı öldürtüyor. Falada'nın kesilen
başı bir duvarın üzerine asılıyor ve Ani sürekli gelip o kesik başın önünde durup uzun uzun onu seyrediyor. Ani kazlarını otlattığı çayırda kendini Bayern prensinin muhafızı olarak tanıtan, yakışıklı biriyle tanışıyor. Geric ile Ani arasında bir şeyler filizleniyor derken Geric bir gün çayıra gelmeyi bırakıyor.


Ungolad Ani'nin yaşadığını öğrenip ona saldırıyor falan bir ton olay geçiyor. Ani bu sıralarda rüzgarla konuşmayı öğreniyor. Bir gün ormanda Talone ile karşılaşıyor ve çok seviniyor. Sırrını işçi arkadaşlarına açıklayan Ani, Talone ve diğerleriyle saraya doğru yola çıkıyor. Tabi Selia bu ihtimali de hesaba kattığı için sahte bir mektup hazırlayıp sanki Kildenree'nin Bayern'e saldırma gibi bir planı varmış gibi gösteriyor. Yani aynı zamanda Bayern orduları Kildernee'ye doğru yola çıkıyor.
Bu sırada da düğün için prens ve Selia uzaktaki başka bir saray gidiyorlar. Grubumuz kendilerini prenses Ani'nin kızkardeşi ve muhafızları diye tanıtıyorlar. Ama Selia bu gelen kişinin Ani olduğunu tahmin edip saraya sadece kendini kız kardeş olarak tanıtan kişinin alınmasını söylüyor. Ani tek başına saraya girmek zorunda kalıyor ve birden kendini bir oyunun içinde buluyor. Prensin babası yani kral Ani'den açıklama bekleyince Ani tüm gerçekleri anlatıyor. Selia ise Ani'yi nedime olarak tanıtıp onun bir yalancı olduğunu söylüyor. Kral Ungolad, Selia ve Ani'yi yalnız başına odada bırakıyor. Ani gitmemesi için yalvarırken Geric'in aslında prens olduğunu öğreniyor. Kafası karışan Geric de babasıyla oradan çıkıyor. Selia Ani'nin üzerine geliyor ve Ungolad ile bir plan hazırlıyorlar. Ani ise öldürüleceğini biliyor ama yapacak bir şey yok. Derken birden yanlarındaki duvarda asılı oan devasa goblenin arkasından Geric ve kral çıkıyor. Selia her şeyi kendi ağzıyla söylediğinden kral Selia'nın yalancı olduğunu öreniyor.Muhafızlar odaya dalıyorlar, tabi o sırada da Ungolad ve Geric dövüşmeye başlıyorlar. Neyse Geric bunu yeniyor ve suçlular en ağır şekilde cezalandırılıyor. Geric aslında Selia'yı hiç sevmediğini söylüyor ama mecburen evlenmek zorunda. Tabi artık karısı Ani oluyor. Kitap burada bitiyor. Devamı zaten diğer kitapta ama orada olaylar Enna'nın etrafında dönüyor genel olarak. O kitap da harika, artık masal falan yok, tamamen Shannon Hale'in hayal gücüne kalıyor her şey.

Kitabın sonunu çok beğendim ben. Biliyorum uzun oldu ama gerçekten de ilgimi çeken bir kitaptı ve anlatmak istedim:d



18 Mayıs 2017 Perşembe

Film: Memories of Matsuko - Kiraware Matsuko No İssho

Tetsuya Nakashima beyefendinin yönetmenliğini yaptığı ilginç bir dram filmiyle karşınızdayım bu sefer. Film afişine balınca komedi filmiymiş ya da belki de zaman kaybıymış gibi düşünebilirsiniz, başroldeki kadınla alakalı değil sadece afişi beğenmedim ben, ama film ne komedi filmi, ne de zaman kaybı. Yürek burkan bir dram filmi. Biraz müzikal sahneleri de var filmde ama onlarda bile dramın keskin kokusunu alabiliyorsunuz.


Şimdik bu kızın adı Matsuko. Film zaten onun hayatını anlatan bir film. Matsuko sürekli bu komik suratı yapıyor, az sonra da sebebini okuyacaksınız. Bunlar filmle ilgili meşhur karelerden.




Sho ( tatlış suratlı Eita'nın canlandırdığı karakter) bir sabah uyandığında babasını karşısında bulur. Babası ona, daha önce hiç bahsetmediği kız kardeşinin öldürüldüğünü ve onun çer çöp içindeki evini temizlemesini söyler. Halasının varlığından haberdar olmayan Sho, kir pas içindeki eve gider. Matsuko'nun komşusu olan tuhaf görünümlü bir adamla tanışıp ona halası hakkında sorular sorar. Adamdan dinlediklerine göre Matsuko gölün kıyısında saatlerce ağlarmış eve gelince de bazen kendi kendine çığlık atarmış. Bir de Sho, Matsuko'nun evinin duvarında bir yazı buluyor. ''Doğduğum için beni bağışla.'' gibi bir şey.
Sho evi toparlamaya başlar. Sürekli de karşısına halası hakkında detaylar çıkar. Onun nasıl biri olduğunu öğrenmeye başlar. Sonra onu kimin, neden öldürdüğünü öğrenmeye çalışır. Bundan sonra Matsuko'nun hayatı anlatılıyor kesitler şeklinde. Matsuko, babası tarafından ilgi göremeyen sevgi dolu güzel bir kız. Babası ise tüm sevgisini, Matsuko'nun hasta kardeşine gösteriyor. Bu yüzden evde sürekli kavga çıkıyor. Matsuko ve babası bir gün bir gösteriye gidiyorlar. Oradaki bir palyaço bu komik suratı yapınca herkes gülüyor ama Matsuko'nun babasının suratı adeta duvar. Her neyse Matsuko da babasının ilgisini çekmek ve onu güldürmeyi başarmak için hep bu suratı yapıyor. Yıllarca bu devam ediyor ama beklediği ilgiyi hiç alamıyor. Tahmin edersiniz ki görmediği sevgiyi yanlış yerlerde aramaya başlıyor. Bu arada Matsuko bir gün sinir krizi tarzı bir şey geçirip kardeşini boğmaya kalkıyor, ilerleyen zamanlarda da genelevde masörlük yapıyor. Doğru işi bir türlü bulamayan Matsuko, ailesi tarafından evlatlıktan reddediliyor ama o hep ailesini düşünüp üzülüyor.Yanlış kişilere aşık oluyor, sevdiği adamın intiharına tanık oluyor, çok acı şeyler yaşıyor, dayak yiyor, erkeklerin elinde oyuncak haline geliyor ve terk ediliyor. Hapse giriyor ve bir gün eskiden öğrencisi olan genç adamla karşılaşıyor. Bunlar birbirlerine aşık oluyorlar (arada yaş farkı var ama Matsuko adam için her şeyi yapıyor). Bu adam bir gün hapse atılıyor ve Matsuko'ya iyi gelmediğini ve ondan ayrılmanın en iyisi olacağına karar veriyor. Matsuko bunu kabul etmiyor. Adam her seferinde suç işliyor, hapse atılıyor, aklı gidip geliyor. Matsuko bu sıralarda eskiden ailesiyle yaşadığı evin karşısında yer alan gölün kıyısında bir ev tutuyor. (göle bakıp saatlerce yalnız başına ağlamasının sebebi gölün karşısında ailesinin evini görmesi ya da ailesinin eski evine yakın olması.) Sadece yiyor, içiyor, uyuyor. Hayata küsüyor. Bir akşam küçük çocukların onu öldüresiye dövmesiyle hayatını kaybediyor.

Hep "Neden?" diye sordu Matsuko. Cevabını da hiç alamadı. Yalnızlığı sevmezdi. Sevgilisinden şiddet gördüğünde de " Yalnızlıktan iyidir." demişti ağlayarak. Fakat yapayalnız öldü. Matsuko yağmurdan da nefret ederdi. Yağmurun kötü anıları aklına getirdiğini söylerdi sürekli.

İnsanların o kadar iyi kalpli ve sevgi doluyken nasıl değiştiğini çok iyi anlatan bir film. Bilinçaltına açılan bir kapı gibi. Hayatınız gözünüzün önünden geçiyor resmen. Son kısımlarıysa o kadar üzücü ki...
Miki Nakatani'nin oyunculuğuysa efsane.

12 Mayıs 2017 Cuma

Dizi: 1 Litre of Tears (Bir Litre Gözyaşı)

''İnsanlar sadece ruh halleriyle yaşayamazlar mı?''
''Tam gaz bir şeylere, bir yerlere çarpmak; aklımı kaçıracak kadar avaz avaz bağırıp kahkahalarla gülmek istiyorum.''
'' Çok güzel ve kocaman açmış çiçeklerin olduğu bir halının üzerinde sevdiğim müziği dinleyerek uykuya dalsam ne güzel olurdu...''

Bence gelmiş geçmiş en iyi dram dizileri listesinde rahatlıkla ilk sıralarda yer alabilecek bir dizi bu. Benim şu ana kadar izlediğim en etkileyici dizi ayrıca. İzleyin izlettiriin derim.



Aya Kito adında 15 yaşında, tatlı mı tatlı, hayat dolu bir Japon genç kız var. Bu kız bir gün bir hastalığa yakalandığını öğreniyor. Sebebi bilinmiyor bu hastalığın. Mesela kız yolda yürürken düşüyor, hani biz düşerken ellerimizi öne uzatırız da avuç içlerimiz biraz soyulur, hatta sert düştüysek yara olur ya avuçlarımız, hah işte bu kız düşüyor fakat ellerini hareket ettiremiyor o anlık ve o sert darbeyi elleriyle hafifletemeyip çok daha fazla zarar görüyor. Bir hayal etsenize, vücudunuza bazen bir şeyler oluyor ve istediğiniz gibi hareket ettiremiyorsunuz onu. Neyse işte doktor kızdan bir günlük tutmasını ve yazdıklarını daha sonra okuyacağını, böylece hastalığın nasıl seyrettiğini de hep beraber görmüş olacaklarını filan söylüyor. Kızda bu iş tutku haline geliyor adeta çünkü aradan biraz zaman geçiyor ve kızın hastalığı daha da ilerliyor, kız da sürekli günlüğe bir şeyler yazıyor. Konuşmakta ve yutkunmakta zorlanıyor, kendi okulunu, düzenini ve arkadaşlarını bırakıp engelliler okuluna başlıyor. Doktorların tüm çabalarına rağmen omurilik soğanı dejenerasyonu isimli bu hastalığın halen tedavisi bulunamamış. Kız kurtulamayacağını biliyor fakat bir gayret yaşıyor işte. Yirmili yaşlarda hayata gözlerini yumuyor Aya.
 Bu kızın tuttuğu günlükler daha sonrasında kitaplaştırılıyor. Kitabın adı Bin Damla Gözyaşı. Sonrasında da dünyada ses getiren o dizisi çekiliyor. İşte Bir Litre Gözyaşı adlı, beni hikayesi gerçeğe dayandığı için (normalde kitap veya diziler beni biraz zor ağlatır ama bu diziyi izlerken çok ağladım) çok duygulandıran ve hepimizin ders çıkarabileceği, aslında bazı sorunlarımızı fazla büyüttüğümüzü çünkü birçok insana göre daha iyi bir yaşam sürdüğümüzü bize fark ettiren muhteşem bir dizi.


Yandaki fotoğrafta, tekerlekli sandalyede oturan kız (gerçek) Aya. Şimdi diziye biraz yöneleyim şu ana kadar kitaptan bahsettim, dizinin bazı farklılıkları var. Aya Ikeuchi adında 15 yaşında, basketbol tutkunu bir genç kız var. Liseye başlayacağı sıra bir sınava girecek fakat düşüyor yağmur yağarken, çok geç kalıyor. Bir çocuk buna yardım ediyor ve ikisi de sınava güç bela yetişip aynı sınıfa denk geliyorlar. Aslında bu çocuk sınava girmeyecekti fakat Aya sayesinde sınava giriyor. Bu çocuğun adı Asou Haruto. İlk başta Aya ve Asou anlaşamıyorlar çünkü Asou biraz sert ve soğuk bir tip. Bu arada Aya karakterini efsane oyunculuğuyla Erika Sawajiri, Asou karakterini ise Ryo Nishikido canlandırıyor.
Her neyse işte günün birinde Asou Aya'nın ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğreniyor ve onunla ilgilenmeye başlıyor. Dizinin sonlarında bunlar sevgili oluyorlar fakat bu dizi diğer diziler gibi mutlu sonla bitmiyor.


Dizide beni şaşırtan gerçeklerden birinden bahsedeceğim. Aslında Asou karakteri, Aya'nın annesinin isteği üzerine diziye eklenmiş bir karakter. Yani gerçek hayatta var olmamış. Oysaki diziyi izlerken üzüntüden başınızı duvarlara çarpma isteği getiren sahnelerde Asou da vardı o sebeple ben bunu duyunca çok şaşırmıştım. Ben kitabı okurken de bu sebeple Asou'dan bahsedildiğini hiç görmedim. Yürek burkan detaylardan biri de şu, kitapta Aya'nın düştüğü zaman bazı dişleri kırılıyor ve zaten o sıralarda da hastalığı ilerlemiş, insanlar ona tuhaf gözle bakar olmuş çünkü yürüyüşü ve hareketleri değişmiş ve Aya da sürekli ağlıyor, işte bu esnada Aya ''Eğer diğer kızlar gibi olsaydım belki de aşkı tadabilirdim.'' tarzında bir cümle kuruyor. Tam hatırlamıyorum cümleyi fakat bu anlama geliyordu. Orayı okuduğumda çok üzülmüştüm. Bir yerde okuduğuma göre de annesi ''Kızım gerçek hayatta bu duyguyu tadamadı, bari dizide aşkı tatmış olsun'' diyerekten Asou karakterinin eklenmesini istemiş sanırım.
Bu sahne de beni çok etkileyen sahnelerden. Aya diğer insanlar gibi olmadığını ve Asou ile bir ilişki yürütemeyeceğini ve ondan ayrılmasının Asou için de iyi olacağını düşünüyor ve ona mektup yazıyor. Asou'nun babası falan da birlikte olmalarını istemiyordu zaten. mektubu okuduktan sonra Asou eve gidiyor ve babasına her zamanki gibi haklıydın tarzı bir şey diyor. Bitmişim o sahnede. Ayrılmak zorunda kalıyorlardı ya. İzleyeni inanılmaz bir psikoloji içine sokuyor dizi. Kıymetini bilmediğimiz çok şeyi yüzümüze vuruyor. Ha bir de Aya'nın hoşlandığı bir genç vardı bunlar çıkmaya başlamışlardı fakat o genç, Aya'nın hastalığını öğrenince kızla düzgünce konuşmadan ondan ayrılıyordu. Asou ile de bu şekilde yakınlaşıyorlardı.

İşte bu da Aya'nın ailesi. Yüzünden gülümseme eksik olmuyor Aya'nın. Hastalığı çok ilerlediği zaman bile gülümsemesini biliyor. Birilerinin kalbine dokunmak, insanlara yardım etmek istiyor. Sonra tuttuğu günlük basılıyor. Ve birçok insana psikolojik destek vermiş olmanın mutluluğuyla ölüyor.


Dizi 12 bölüm ama çok uzun özel bir bölümü var. Maalesef Türkçe altyazısını yok o bölümün bu yüzden İngilizce izledim. Bölümde Aya'nın ölümünün ardından neler yaşandığı anlatılıyor. Asou doktor oluyor ve Aya'nın kız kardeşi ile aynı hastanede çalışıyor. Sonra hayata küsmüş bir genç kıza yardım ediyor Asou, Aya'nın hayat hikayesini anlatarak. Sadece o kız değil, hepimize ders veriyor dizi. Uzun lafın kısası ağır dram içeren bir dizi. Zira etkisinden halen çıkmayı başaramadım. Kitabı da aynı şekilde.
Dizi müzikleri de efsane. Japonca olmasına rağmen ezberledim ama belki bu şarkıları böylesinde dinlememin sebebi de dizinin uyandırdığı karmaşık hislerdi.
Remioromen- Sangatsu Kokonoka
Remioromen- Konayuki
K-Only Human

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Film: Orange - Live Action

Bir live action ile karşınızdayım. Orange'ın mangasını okumadım fakat film oldukça etkileyiciydi bu yüzden sizinle paylaşmak istiyorum. Başrollerde Kento Yamazaki ve Tao Tsuchiya var. Yönetmenimiz de Kojiro Hashimoto.
 
Lise öğrencisi olan Naho (Tao Tsuchiya) bir gün gelecekteki kendisinden bir mektup alır.( İlk başta zaten burası biraz tuhaf geldi ama etkileyici kısım burası zaten.) Gelecekteki kendisi, geçmişteki kendisini uyaran bir mektup yazmıştır. Tabi kız bu mektubu okuyunca afallar. Her neyse, gelecekteki Naho, geçmişteki kendisini sınıfa gelecek olan yeni çocuğa dikkat etmesi konusunda uyarır ve öneleyemediği buruk bir olay hakkında bazı şeyler söyler . Bu olay da çocuğun annesinin
ölmesi maalesef. Neyse, sonra da Kakeru rolündeki Kento Yamazaki (bu nasıl sevimli bir surattır *-*) sınıfa girer. Asıl çocuğumuz olan Kakeru, biraz içine kapanık biridir. Naho'nun cana yakın arkadaşları vardır ve Kakeru'yu da gruplarına dahil ederler. Bu arada da Naho, Kakeru'dan hoşlanmaya başlamıştır. Daha sonra gelecekteki kendisinin mektupta onu uyardığı şeyler gerçekleşir. Bu mektup şeyinden falan Kakeru'nun haberi yoktur bu arada. Naho; Kakeru'nun, arkadaşlarından sakladığı bir gerçeği öğrenir filmin ortalarında.( En dramatik sahnelerinden biri.) Sonlara doğru ise işler sarpa sarıyor vee Kakeru'yu kurtarmaya çalışıyorlar çünkü canına kıymayı düşünüyor.


Filmin sonları çook duygusal bence. Paralel evrenlere ilgi duyuyorsanız kaçırmayın bu filmi derim. Hele filmin sonunda Kakeru'nun gözleri dolu bi biçimde bisikletle yokuş aşağı hızla gidişi ve sonrası... Zaten ben oraları yüreğim ağzımda izledim. Sıcak, farklı, etkileyici ve Kento'lu



2 Mayıs 2017 Salı

Dizi: Last Friends - Rasuto Firenzu

Bu da bir Japon dizisi. Beni etkileyen dizilerden biri. Özellikle 1 Litre Gözyaşı'nda oynayan masum ve yakışıklı Ryo'nun buradaki rolü insanı şoka sokan cinsten. Takeru rolünde Eita, Eri rolünde Asami Mizukawa, Michiru rolünde Masami Nagasawa, Sousuke rolünde Ryo Nishikido, Ruka rolünde Juri Ueno var. Bu arada bir gerçeği itiraf edeyim ki ben bu tuhaf film afişini görünce önyargıyla yaklaşmış ve diziye bayağı geç başlamıştım; önyargıyla izlemeyin. Dizide her türlü şeye dokunulmuş. Beni çok etkileyen sahneler vardı, belki sizi ağlatmayı başarabilir.



 Michiru adında saf ve güler yüzlü (kızı hep ezdiler güzel yavrumu.) bir kız var. Bunun annesi alkolik ve eve sevgilisini falan getiriyor ayrıca kızıyla da çok fazla ilgilendiği söylenemez. Sürekli kızından para istiyor ama öyle kızına bağıran çağıran biri de değil. Her neyse Michiru bu durumdan her ne kadar hoşlanmasa da annesi diye ses çıkarmıyor. (Hatta kız genel olarak ses çıkarmıyor; ilerleyen bölümlerde başına gelmeyen kalmadı.) Sonra bu Michiru'nun kibar ve yakışıklı bir sevgilisi var Sousuke adında. Sousuke'nin teklifi üzerine bu ikisi beraber yaşamaya başlıyorlar. Her şey çok güzel derken Sousuke gerçek yüzünü gösteriyor ve Michiru'ya karşı çok saçma sebeplerden ötürü şiddet uygulamaya başlıyor.( O sahneler aklıma geldikçe mideme kramplar girer.) Üstüne üstlük çocuk refah departmanında çalışıyor Sousuke. Ama Michiru onu çok seviyor ve sesini gene çıkarmıyor.


Bir diğer karakter erkeksi tavırlı ve görünüşlü, Michiru'nun eski kız arkadaşı Ruka. Ruka esasında Michiru'ya aşık fakat bu sırrını herkesten saklıyor . Ta ki Sousuke fark edene ve kızı taciz edene kadar. Sonra her yere kız hakkında yazılar yazıp kızın sırrını ifşa ediyor. (Hele Ruka'ya tecavüz etmeye kalkıp saldırdıktan sonra ve Michiru da bunu öğrendikten sonra kurduğu o kan dondurucu cümle, '' Ruka'ya hiçbir şey yapmadım. Sadece gururunu kırdım.'' böyle de bir psikopat.)


Sonra benim nedense en ısındığım karakter Takeru var. Takeru da Ruka'ya aşık. Küçükken yaşadığı bir olay sebebiyle karşı cinse sıcak yaklaşamıyor ve Ruka'dan gerçekten hoşlanıyor buna rağmen. Ayrıca acayip yardımsever bir insan.

Sonra Eri var. Çok sevimli bir hostes. Ses tonu da acayip güzel.
 Peki bu kişiler bir araya nasıl geliyorlar? Hepsi ortak evde oturuyorlar. Michiru Sousuke ile çok kavga edince buraya geliyor falan. Çok iyi bir dostlukları var bunların.


Benim en gerim gerim olduğum yerler Sousuke'li sahnelerdi. Hatta Sousuke gözükünce ekranda, böyle tuhaf bi metal şarkı başlardı ve ben bunu duyar duymaz strese girerdim. Ayrıca hemen ekleyeyim, bu dizide o saydığım her karakterin temsil ettiği şeyler var. Mesela Sousuke çelişkiyi, Michiru aşkı, Ruka kurtuluşu, Takeru ıstırabı, Eri de yalnızlığı simgeliyor.
 
Dizide beni en çok etkileyen şeylerden biri de önyargılara değinmesi oldu. Yani işte dizinin başında aşırı kibar ve tatlı olan Sousuke (İnsanın bir de kocasının böyle bir değişime girmesi ve aslında nasıl biriyle birlikte olduğunuzu sonradan acı bir şekilde öğrenmeniz daha da feci olur, Allah göstermesin.) ile dizinin sonundaki kendisinden beklenmeyen hareketler yapan ve her bölüm ayrı şoka sokup en son efsaneler efsanesi bir şekilde izleyiciyi bu ne şimdi gibi bir ifadeyle bırakan Sousuke arasında dev bir uçurum var. Ama her ne kadar diziyi izlerken ruh hastasıı diye söylenip dursam da son bölümlerde hayat hikayesinden biraz bahsedilince üzülmedim değil. Belki de annesiyle ilgili öyle anıları olmasaydı Sousuke de böyle biri olup çıkmazdı. Onun yanı sıra Takeru'ya da üzüldüm. Tabi genel olarak Sousuke'den bahsettim çünkü ne bileyim anlattım ya çok farklı bi karakter oturup ağlayasım var her neyse işte sebebi o yani. Bir de şu cümleyi kurmuştu Michiru'ya yazdığı veda ve intihar mektubunda, ''Seni nasıl seveceğimi bilmediğim için özür dilerim.''

Neyse uzun uzun yazdım ama atladığım çok yer var ama burada bırakmak en iyisi galiba. Sağlıcakla kalıın

Film: Mustafa Hakkında Her Şey- Çizgili Pijamalı Çocuk- Cinayet Günlüğü

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY ''Kimsiniz siz? Hayatımda ne işiniz var? '' (Mustafa hastanede Fikret'in annesine bağırırke...